53. ZAMANSIZ ANLAR VE ALDANIŞLAR

3.5K 209 31
                                    

İçine sıkıştırıldığımız bu karmaşık düzende, öyle anlar olur ki, dakikayı bulmaz ama dakikanın içine hapsedilmiş saniyeler, dağılmış, sayısız parçalara ayrılmıştır ve o tek dakika tutmayan an, ömrümüze öyle bir işlenir, öyle bir hükmeder ki, geri dönüş, yalnızca bir çıkmazdan ibarettir.

Çıkmazsa, ruhu gün gün tüketir.

Şimdi ben, sonsuzluğa adım attığım, hayatım son buluncaya dek zihnimden silinmesine asla izin vermeyeceğim bir ânın içindeyim. Çıkmazları tükettiğim; taşlı, dikenli yolları aşıp geldiğim bu an, sonsuzluğa düğümlendiğim adamla bana ait olan en güzel ikinci an. İlki, onun dudaklarından çıkan aşk fısıltısının zamansızlığa karıştığı andı.

Ve şimdi, tümüyle tamamlandık.

Artık dudaklarımın ardında, gizli kalmış, saklı aşk haykırışları yok. İçimde her an daha da büyüyen bir kar fırtınası, aşkın kasırgası, çaresiz bulutların gözyaşları yok. Benim ruhumun her bir zerresini kuşatan aşk, artık beni tutsaklıkla değil, özgürlükle tanıştıracak.

Gökyüzü kara bulutlarla bezeli dünyamın her bir yanı, rengârenk kelebekler tarafından kuşatılmış. Bu derin sessizlikte kulaklarımı dolduran tek şey, onların ahenkli kanat çırpışları.

Her şey bu denli huzur vericiyken, tek günlük ömrü olan kelebeklere ağıt yakacak gökyüzündeki kara bulutlar zihnimin en ücra köşelerinde. Oysa yalnızca bir gün sonra, şimdi huzur veren kelebeklerin cesetlerinin üzerine şiddetli bir yağmur yağacak, kelebeklerse toprağa karışacak.

Bugün birlikteyiz, yarın ayrı düşeceğiz; zamansız anlar ve aldanışlar, bizim en büyük pişmanlığımız olacak belki.

Korku; onu kaybetme korkusu, kahve çekirdeklerinin ortasındaki o yoğun ifadeden, yalnızca tek bir gün yoksun kalma korkusu, kokusunu soluyamama korkusu, dudaklarında soluklanamama korkusu ve ona dair diğer sonu gelmez tüm korkular... Tüm bunlar birleşince, tam kalbimde, öyle bir acı oluşuyordu ki, bu, diğer tüm acıları katlanılır kılıyordu. Onu kaybetmekten, ondan ayrı düşmektense, tüm acıları kabullenebileceğimi hissediyordum.

Çünkü ben ona, hastalıklı, saplantılı bir duyguyla bağlıydım.

Gözlerim, daha şimdiden yağmurlarını yağdırırken rengârenk kelebeklerin üzerine, buna tezat, yüzümdeki gülümseme daha da genişledi. Doğru ya da yanlış, ben bu adama çok âşıktım. Anlamlı ya da anlamsız, onun dudaklarından çıkacak her türlü cümleye muhtaçtım. Olmazsa olmaz da değildi artık; onun yokluğu, sonum demekti.

Ölüm demekti, ölüme sürüklerdi.

Yanağını okşayan elim, yavaş bir hareketle ensesine kayarken, dudaklarım bile titriyordu. Üşümüyordum, kollarının arasında üşümezdim ama tüm benliğimde, ânın getirdiği basınçla öyle şiddetli rüzgârlar esiyordu ki, her an dağılıp, küçük kelebekler gibi gökyüzüne karışacağımı hissediyor ve şiddetle titriyordum.

Onun kalbiyse depara kalkmıştı sanki. O kadar hızlı atıyordu ki, atışlarını avucumun altında en net hâliyle duyumsayabiliyordum ve o atışların bana ait olduğunu bilmek, tüm ruhumu, yeryüzündeki en özel, en eşsiz duygunun huzurlu kollarına teslim ediyordu.

Onun, söylediğim şeyle birlikte tüm kasları gevşeyen çehresiyse, yüzüne vuran günün kızıla çalan ışıklarıyla birlikte, tam karşımda, bana, yeryüzündeki en güzel manzarayı sunuyordu.

Zaman durmuş, birbirimize biraz daha vurulmuştuk.

Kaçınılmaz son gelip de, duran zaman, ani bir savrulmayla gerçekliğe evrildiğinde, içime titrek bir nefes çekip, söylemenin, söyleyebilmenin tüm ruhumu fazla güzel bir duyguyla sınadığını fark ettiğim cümleyi, bu kez daha büyük bir gerçeklikle tekrar ettim.

KOZ VE KÖZ +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin