54. GERÇEKLERİN İHTİLALİ

5.6K 256 39
                                    

Tüm gerçekler, senin inanabildiklerinden ibarettir; ötesini göremez, aslolana doğru bir adım bile ilerleyemezsin. İnançsızlık, bir kusur değildir ama cehennemin en büyük var oluş sebebidir.

Ben, zamanında bana inanmayan bir adam için, aşkın bile söndüremeyeceği kadar büyük, acımasız bir cehennem ateşi yaktım. Onu o ateşin içine attım, ben nasıl yandıysam, onu da orada yaktım. Acımadım; acımasızdım, o ateşten bile acımasızdım, o ateşin kaynağı, o ateşin yaratıcısıydım.

Sonuçta, her ikimiz de yaralandık.

Benim açılmış yaralarıma sızan zehir tohumları, benim ruhumu her şeyiyle siyaha çaldı ve tümüyle ona ait kıldı. Yaralarımdan içeri sızdı inançsızlık korları. Cehennem ateşini biraz daha harladı. Çok yaktım belki ama en çok da ben yandım. İnanmadı, inanmadım. Aynıydık, biraz daha uzaklaştık.

Ama sonuçta nasıl o bana inandıysa, ben de ona inanmak için aptal bir umuda sığındım.

Şimdi toprağın altında yatan, masum bir adamın varlığına...

Bir adam ölmüştü.

Bir adam, benim yüzümden ölmüştü. Bir adam, sırf bana inandığı için ölmüştü çünkü ben yalandım, ona verebildiğim tek şey ölüm olmuştu. Ben, masum bir kızı kurtarırken masum bir adamı da kurtarmak istemiş fakat onu öldürmüştüm; doğrudan ya da dolaylı, hiçbir önemi yok, ölümüne sebep olmuştum.

Abel, Hasan Acar'ın Türkiye'den Arjantin'e getirecek olduğu yirmi üç genç kızın teslimatıyla ilgili dosyayı benimle paylaşarak, Hasan Acar'a ilk ve oldukça etkili bir darbe indirmemi sağlayan kişiydi. Onun yanında, tıpkı Bilge ve birçok diğerleri gibi zorla, gönül değil göbek bağıyla bulunan fakat esaretten kurtulmak için de mücadele etmeyi asla bırakmayan, fazlasıyla cesur biri. Fakat özgürlüğe giden yolda işlediği suç, sahibi tarafından ona infazı getirmişti. Abel, sırf o iğrenç adamın kurduğu karanlık dünyadan kurtulmak için bana güvenen ve benimle o adamın sonunu paylaşan adam, Hasan Acar tarafından acımasızca öldürülmüştü.

Gözlerindeki umudu hatırladım. Avuçlarının arasındaki kurtuluş ışığını bana uzatırkenki mutluluğunu. İçim biraz daha acıdı; ruhu gökyüzüne karışmış, yaşarken hiç özgür olamamış, özgürlüğü ancak ölümle tadabilmiş biri için.

Abel'den aldığım teslimat bilgileri, Hasan Acar'ın işlediği onca suça dair elimizdeki diğer birçok kanıtla birleşince, ona benim tarafımdan mahkûmiyeti getirmişti fakat adalet, yalnızca kutsal kitaplarda bahsi geçebilen ve muhtemelen seyreden asırların sonucunda, bir kelime olarak bile tümüyle yitip gidecek bir olgu olduğundan, doğru olanın faili olmaya yetmemişti. Onca kanıta rağmen, bir şekilde özgürlüğüne kavuşan Hasan Acar, serbest bırakıldıktan hemen sonra, Abel'in yarım hayatına son vermişti.

Tek bir saniyeye asırları sığdırırken, göz kapaklarımı sıkıca birbirine bastırdım ve karşımdaki, bir mahkûm olmasına rağmen gözlerindeki hırs hiç eksilmeyen o güven dolu adamı hatırladım: Hasan Acar'ı, o gün çokça canımı acıtan ama şimdi, yalnızca bir yalandan ibaret olduğu aşikâr olan sözlerini...

"Ardında bıraktığın bir adamın kız kardeşini, gittiğin ülkede kurtarıp, yine kendi ayaklarınla o adama geri dönmüş olmanın yalnızca basit bir tesadüften ibaret olduğuna... İnandın mı gerçekten?"

"Bu, sence de çok ucuz bir aşk romanı gibi değil mi?"

"Aptallar inanır böylelerine... Bir adam vardı, ondan kilometrelerce uzakta bir kızı kurtardın ve o kız, sana karşı hastalıklı bir his duyan o adamın kız kardeşiydi... Sen de kız kardeşini vermek için, kendi ayaklarınla o adama gittin, öyle mi? Ne kadar gerçekçi bu? Hangi aptal inanır buna?"

KOZ VE KÖZ +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin