Haftalar önce, avuçların arasında kısılmış dikenlerin, yalnızca acı verici olduğuna inanır; o dikenlerin etime her an biraz daha geçtiğini, beni yerle bir ettiğini ve benliğimde, asla kaybolmayacak derin kesikler çizdiğini sanırdım. O dikenlerden kurtulmanın, beni, yeryüzündeki en mutlu insan yapacağı, o zaman, benim tek gerçeğimdi; doğrusu, çaresiz, zorunlu gerçeğim.
Oysa acımasız olan, avuçların arasında kısılmış dikenlerden kurtulamamak değildi; acımasız olan, o dikenlerin, avuçlarımızın içine, bizim için çizdiği hayat çizgileriydi.
Bizim hayat çizgilerimiz, kızıl, acımasız bir mürekkeple renklenmişti ve o mürekkeple doldurulmuş kalemi eline alan zalim biri, bizi birbirimizden itmiş, bir şehrin iki yakasındaki dik uçurumlara sürüklemişti.
Şimdiyse, hayat çizgilerimiz cennette birleşmiş, avuçlarımızın arasında gül goncaları yeşermişti. Şimdi, kalem bizim elimizdeydi. Mutluluk bizimleydi.
Acı, huzuru getirmişti.
Aşk, acıyla güçlenmişti.
Acı bizi çoğu kez yerle bir etmiş ama sonunda, her daim birleştirmişti. Biz, sürüklendiğimiz her bir çıkmazda, daha da birbirimize aittik, aitleşmiştik.
Ve ben, şimdi, camdan içeri sızan parlak güneş ışınlarının yarattığı bu yeni güne, onun beni kendine sıkıca saran sıcacık kollarının arasında, hayatım boyunca hiçbir şeyin bana bu denli gerçek bir şekilde yaşatamadığı, sınırsız bir huzurla uyanıyorsam, her şeye değerdi.
Saniyeler önce açılıp, onu en yoğun hâliyle hissedebilmem için geri kapanan göz kapaklarımı sıkıca birbirine bastırırken, dudaklarımda kocaman bir tebessüm belirmişti. Nedensizce mutluydum, yanımdaki varlığından ziyade, bugün beni mutlu eden başka bir şeyler vardı sanki.
Önceki gece, sızıp kalırken, sabah, teninin tenimde olmamasından deli gibi korktuğumu hatırlıyordum. Çünkü onsuzluğun ihtimali bile, ruhuna tutsak olan ruhum için, ölüm demekti. Zihnim, koyu bir karanlığa yenilmeden önce son düşündüğüm şeyse, onu deli gibi özlediğimdi.
Gerisi, kızıl gölgelerle renklenmiş, zihnimde kesik kesik belirdikçe içimi ısıtan karanlık düşlerdi.
Dudaklarımızın defalarca kez birleştiğini, şimdi dudaklarımda hissettiğim o tatlı sızıdan anlamam asla zor değildi. Bir de zihnimde akseden belli belirsiz kelimeler vardı ama hepsi, birbirinden kopuk cümlelere aitti.
Yatağıma beni muhtemelen o getirmiş, hatta üzerimi bile değiştirmişti ve şişenin dibini gördüğüm düşünüldüğünde, tüm bunlar olurken zil zurna sarhoş olduğumu anlamam işten bile değildi.
Umarım çok saçmalamamışımdır.
Dudaklarımı kemirmeye başladığım sırada, gözlerimi yavaşça geri aralayıp, sıkıca karnıma doladığı kolunun üzerinden ulaşıp elini sıkıca avuçlamış olan elimi geri çekip, bedenimin altından doladığı koluna uzattım ve bu kez diğer elinin parmaklarını parmaklarıma kenetledim.
Sıcacık avucunu avucumda hissetmek, içimi fazlasıyla güzel hislerle doldururken, boynumda hissettiğim düzenli nefesleri, o hislerin etkisini sanki daha da arttırdı.
Bu kadar güzel hissettirmemeliydi.
Güzel çehresini özlediğimi fark ettiğim an, elime kenetlediğim elini kaldırıp, parmaklarına küçük öpücükler kondurmaya başladığım andı. Her bir parmağını sevgiyle öpüp, parmaklarımızı yeniden birbirine kenetlediğim ansa, boynumda hissettiğim nefeslerinin düzensizleştiği, o kahverengi irislerini, yeni güne tıpkı benim gibi huzurla açtığını bildiğim andı.
![](https://img.wattpad.com/cover/259283836-288-k388635.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KOZ VE KÖZ +18
RomanceDudakları bir boşlukta dudaklarımla birleştiğinde, bedenimi yükseltip ona tıpkı onun gibi karşılık verdim. Öpüşmek güzeldi, unutturuyordu bir şeyleri. Tutuşmuş dudaklarımızın kör bağını çözen o olduğunda, geri çekilip yeniden, karanlığın ortasında ı...