46. GEÇMİŞİN SIZISI

5.4K 281 97
                                    

Can'ın gidişinin ardından, önce iki kişi gelmiş, Kaan'ın gözetiminde evde temizlenmesi gereken yerleri temizlemişlerdi. Sonra da balkonun camı takılmış ve ev, saldırıdan önceki hâlinden bile daha temiz, daha düzenli bir hâl almıştı. Kaan, camı takan ustalarla birlikte evden çıkarken, aşağı katta beklediğini söylemişti ve ben, günler sonra ilk kez, evimdeki sessizlikle yeniden yüz yüze gelmiştim.

Asıl acı verici olanın, sessizlik mi, Cansızlık mı olduğunu ise kestirebilmem asla mümkün değildi.

Belki de mümkündü.

Belki de tam şimdi, avuçlarımın arasındaki kalemin, kâğıdın üzerinde tek bir nokta bile yaratamamasının sebebi, ona bir şey olacak olma ihtimalinin, ruhuma verdiği kesif acıydı.

Elimdeki kalemi, pes etmiş bir şekilde, sertçe masaya çarptığımda, hiçbir şey yapamayacağımın idrakine vararak sıkıntılı bir nefes verdim ve henüz akşam saati olmamasına rağmen, yeryüzüne yağmur damlalarını boşaltan bulutların kararttığı hava, çalışma odamı fazlasıyla karanlık, boğucu bir hâle getirdiğinden, orada da daha fazla bulunmayı istemeyerek masadan kalkıp hızlı adımlarla mutfağa doğru ilerledim.

Zaman geçmek bilmiyordu sanki.

İçim o kadar sıkılıyordu ki, ara ara derin nefesler alıp veriyor, karnımda, oraya bir ağırlık oturmuş hissini yaşatan ağrıdan kurtulmaya çalışıyordum.

Birkaç saatte bile nasıl da özlemiştim...

Mutfağa girdiğimde, Kaan'ı da düşünerek, biraz olsun kafamı dağıtabilmek adına kahve yapmaya başladım. Fakat kahvenin bile bana Can'ı hatırlatması asla normal değildi.

İki gün önce, yaptığım kahvenin az köpüklü oluşuyla alay etmiş, köpüksüz kahve içemeyeceğini söyleyerek beni delirtmişti ama şimdi, bu, yüzündeki o muzip ifadeyi hatırlayınca, o kadar güzel bir an gibi geliyordu ki, nihayetinde o kahveyi içmemiş olsaydı bile, ona öfkelenemeyeceğimi hissediyordum.

Ve her ne kadar, Can Kozalı bana güzel, fazla güzel hissettiriyor olsa da, ben iyi değildim çünkü bu denli yoğun, bu denli tüm ruhumu kuşatabilecek kadar güçlü olan bir duygunun, bana zarar vermesi kaçınılmazdı. Belki de ben karamsardım ama her ne olursa olsun, onun aşkını ne kadar uzun bir süre içimde yaşatmış olursam olayım, değişmeyen bir şey vardı, bir gerçek.

Toydum.

Toprağın altına ekilmiş, umutsuz bir tohum gibi. O tohumun, belki de artık filizlenme vakti gelmişti ama tohum, güneşi de, suyu da bilmezdi.

Ve ne güneş yakmaktan, ne de su boğmaktan vazgeçerdi.

Nihayetinde, o tohuma, can bulduğu toprak, ölümü getirebilirdi.

Bir gerçek daha vardı ama ben, o gerçeği her zaman içimde bir yerlere hapsetmeyi seçmiştim, şimdi de bunu seçtim. İçim acıdı ama unutmayı başarabildim.

Kahveleri hazırlamaya koyulduğum sırada, âdeta zihnimi kemiren düşüncelerden sıyrılabilmek için göz kapaklarımı birkaç saniyeliğine birbirinin üstüne örttüm ve geri açtığımda, dalgın bir şekilde kahveleri hazırlamaya devam ettim. Her ne kadar bugünkü düz tavrı yüzünden Kaan'a karşı hiçbir şekilde güzel duygular beslemesem de, kahveleri hazırlarken, eve gelmesi için ona mesaj atmıştım.

Can ona güveniyorsa, ben de güvenebilirdim.

Kahveleri fincanlara boşaltmamla eş zamanlı olarak kapının çalma sesi evde yankılandığında, fincanları masaya bırakıp mutfaktan çıktım ve kapıyı açtım.

Kaan, karşımda, her ne istersem yapmaya hazır bir hâlde dururken, yüzüme pek de samimi olmayan bir tebessüm yerleştirip elimle içeriyi işaret ederek, "Kahve yaptım," dedim. "Her ne kadar bir şeyleri bilmiyor olsan da, yarı misafir sayılırsın. İçeri gel."

KOZ VE KÖZ +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin