3.0

440 60 18
                                    

Kapının önünde eğilmiş kilidi açmaya çalışırken Can da boş boş konuşarak sürekli göz devirmeme neden oluyordu. Adamın resmen çenesi açılmıştı bir anda.

Sesli bir nefes verip çömeldiğim yerde kafamı yukarı kaldırarak gözlerimi gözleriyle buluşturdum. "Bir sus artık."

"Bu kapıyı böyle açtığına emin misin?"

"Çok biliyorsan gel" diyerek kilidi gösterdiğimde kafasını hızla iki yana sallayarak sırıtmıştı. "Açabiliyor olsam neden seni getireyim?"

Göz devirip tekrar kilide döndüğümde birkaç saniye sonra tık sesiyle kapı açılmıştı. Sırıtarak ne oldu dercesine ona baktığımda gerçekten şaşırmış bir şekilde kapıya bakıyordu ağzı bir karış açıkken.

Çömeldiğim yerden kalkarak ellerimi silkeleyip göz kırparak içeri geçmiştim. Yerini bildiğim salona ilerledikten sonra ilk girişimde incelemediğimden dikkatlice etrafa bakınmıştım.

Bej rengi koltuk takımlarıyla beraber aynı renkte ve mavili büyük bir halı vardı ortada. Tekli koltuğun rengi de halıdaki gibi koyu maviydi. Tam ortada ise geniş kahverengi bir sehpa vardı. Üstünde birkaç dergi, kalem ve vazo duruyordu. Ellerimi ceplerime sokup kırık beyaz rengi duvara omzumu yaslayarak etrafa bakınmaya devam ettim.
Duvarlarda hiçbir şey asılı değildi. Sadece büyük bir televizyon ve tek bir raf vardı.

Arkamdan geldiğini hissettiğimde ona dönmüştüm. "Ne içersin?"
Omuz silkip bej rengi üçlü koltuğa oturmuştum. "Yemek söyleyeyim, açtın?"
Kafamı iki yana salladıktan sonra montumu çıkarıp bacak bacak üstüne attım.

Derin bir nefes aldıktan sonra mutfak olduğunu tahmin ettiğim yere ilerlemişti. "Kafama göre getiriyorum bir şeyler."

Koltuğun yanında köşede duran sehpanın üzerineki tahta kutuyu açarak içinin boş olduğunu gördüğümde göz devirmiştim.

Elinde iki bardakla geldiğinde içinde meyve suyu bulunan bardağı bana uzatmıştı. Bende bununla beraber sorgulayıcı bakışlarımı ona dikmiştim.

"Pek içki içmediğini söyledin diye getirmedim. Kola vardı ama aç aç içme diye onu da getirmedim. Geriye kalan tek şey buydu ne yapayım?"

Elindeki bardağı alarak sırıtmıştım. "Ağzımı bile açmadım."

"Bakışlarından anlıyorum herhalde."

Omuz silkip meyve suyundan bir yudum alarak sehpaya bıraktım.
"Neden duvarlar bomboş?"

Bu soruyu beklemediği her halinden belli olan bakışlarını bana çevirdiğinde sırıtmıştı.
"Buna bir yazarın sözüyle cevap vereyim mi?"

Ne diyeceğini merakla beklerken kafa salladım.

"Yatağımın karşısında bir pencere var. Odanın duvarları bomboş. Nasıl yaşadım on yıl bu evde? Bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? Ben ne yaptım? Kimse de uyarmadı beni. İşte sonunda anlamsız biri oldum. İşte sonum geldi. Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım."

Söylediği paragrafla derince yutkunurken yanağımın iç kısmını ısırdım. "Oğuz Atay."
Gülümseyerek kafa salladıktan sonra mırıldanmıştı. "Oğuz Atay."

Ardından "Sende yaşamamışsın" dediğinde ne demek istediğini çok net anlamıştım.
Benim evimin duvarları da boştu. Odamdaki tek bir kağıt dışında hiçbir şey yoktu. O iğrenç duvarlarda olan tek şey kan lekeleri ve kırıklardı.

JudgmentHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin