otuzuncu bölüm | karaca

694 46 5
                                    

Mağazaya doğru girerken telefonumu cebime sıkıştırdım. Silahım belime battığında biraz da onu düzelttim. Neden hâlâ silah taşıdığımı bilmiyordum. Alışkanlık olmuş gibiydi. Her an birine bir şey olacak diye korkuyordum. Bulunduğumuz yerde bir şey olması imkansızdı. Bizimle beraber iki araba daha gelmişti, bir şey olsa bizi korurlardı.

"Ayşe?" dedi ve elindeki elbiseyi Ayşe ablaya gösterdi.

"Ay yok artık Damla ya."

"Neden? Çok güzel bence." Haklısın Damla abla, bence de çok güzeldi.

"Bir sürü güzel elbise var kızım burada. Seç bunlardan bir tane. Bak mesela bu, ne güzel değil mi Saadet?" Karaca'nın yanına yaklaşarak elbiselere bakmaya devam ettim. Celasun olmasaydı evlenen, değil kıyafet almak beni evden kimse çıkaramazdı.

"Ayy, valla çok güzel." dedi kırmızı elbiseye.

"Lütfen, lütfen yapmayın bu zaten yakışmaz ki bana."

"Abla neden yakışmasın? Maşallah, dünya güzelisin." dedim kendimi tutamayarak. Ne giyse yakışırdı Damla ablaya.

"Hiç yani.." diye onayladı Ayşe abla. Kafamı hafifçe eğdim, o da sözüne devam etti.

"Nereye kadar bu erkek fatmalık? Tamam anladık, delikanlısın. Ama bari düğünde Cumali abimden bir farkın olsun." Ben, Damla abla ve Karaca kıkırdarken Saadet abla bana döndü.

"Sizin için de geçerli cadılar." Saadet ablanın zorlamalarına dayanamayan Damla abla elbiseyi alıp kabine gitmişti bile.

Karaca'yla elbise bakmaya devam ediyorduk. Aramız iyiydi. Hastanede benden özür dilemişti. Abisinin Songül'den sonra gerçekten birini sevdiğine inanmıştı, zaten beni ben olduğum için severken abisinin sevdiği kadına böyle davranmayı gönlü elvermiyordu. Yani kendisi böyle söylemişti.

Saadet abla ve Ayşe abla birbirlerine kıyafet gösterirken Sultan anne de bir köşede bakıyordu. Karaca bizimleyken bize pek yaklaşmıyordu. Yaklaşmaşındı, gram umrumda değildi. Dedesini öldüren adamı öldürmemek, herkesin harcı değildi. Affetmek, herkesin yapabileceği bir iş değildi. Saygı duyulmalıydı.

Karaca'ya mor bir elbise gösterdim. Mor rengini çok seviyordu. Elbiseyi askıdan çıkardı. Önü hafif derinken belinden başlayarak kumaş dikilmişti.

"Karaca, koş git dene bunu kızım. Vallahi çok yakışır sana." Saadet abla da onaylayınca elbiseyi alarak kabine gitti. Onun peşinden gittim. Yardıma ihtiyacı olur diye bekledim.

Kabinden Damla ablayla birlikte çıktılar. İkisinin de elbiseleri hakkında yorumumuzu yaptık. Karaca alacağı elbiseye çoktan karar vermişti bile. Ama Damla abla beğenmemişti. Bence yakışmıştı fakat onluk bir elbise değildi.

Herkes bir şeyler denerken ben de kendime elbise bakmaya başladım. Hepimiz çok heyecanlı ve telaşlıydık. Celasun kimsesizdi, annesine bile haber vermemiştik. Verelim istemiştik ama köyden buraya gelirse eğer, her şeyin farklı olduğunu, oğlunun hiç bilmediği bir kızla evlendiğini duyarsa daha da delirir diye korkmuştuk. En azından doktoru da böyle söylemişti.

Celasun babasızdı, kardeşsizdi, annesiz sayılırdı. Çukurun, Koçovalı'ların işiydi ona aile olmak. Hiçbir eksiğini hissettirmemek onların sorumluluğundaydı. Çünkü Celasun, babasını feda etmişti. İntikamını almamış, onlar ne dediyse doğrudur diyip yerine oturmuştu.

Aynı benim gibi kimsesizdi.

"Ayyy, ben altın almayı unuttum ya." dedim ve alnıma hafifçe vurdum.

"Kızım ne olacak, biz almıştık. Birkaç parça veririz sen de takarsın."

"Yok Sultan anne. Olmaz öyle. Dur ben halledeceğim." Mağazadan çıktım. Kapıda duran çocuklardan daha tanıdık bir yüz görmeye çalıştım.

doomsday | akın koçovalıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin