elli dördüncü bölüm | bahçe

591 30 3
                                    

"Eylül.. kalkman lazım."

"Neden?" diye mırıldandım gözlerim kapalıyken. Gözlerimi açmak, uyanmak istemiyordum. Uzun zamandır bu kadar rahat uyumuyorken uyandırılmak sadece sinirimi tepeme çıkartmaktan başka bir işe yaramamıştı.

Hem zaten ne kadardır uyuyordum ki?

"Yemek yemen lazım da o yüzden." Nefesini yüzümde hissettiğimde gözlerim istemsizce açıldı. Şakağımdan bastırarak öptüğünde ofladım.

"Ne vardı biraz daha uyusam.. daha yatalı iki saat olmadı." Geriye çekildi. Bağdaş kurduğu dizlerinin üstüne ellerini koydu, tam meditasyonculara benziyordu. Belinde silah eksik olmayan meditasyon hastası bir civciv.

"Sence iki mi Ceylan?" Kaşlarımı çattım. Devam etmesi için suratına bakarken karışmış saçlarımı geriye doğru attım. Duş almam gerekiyordu.

"Yavrum on sekiz saattir uyuyorsun. On sekiz saat.. Ben seni uyuttum aşağıya indim. Geldim baktım uyuyorsun, tekrar indim." Elim ağzıma giderken kıkırdamaya başlamıştım. Karşımda küçük çocuk gibi heyecan ve neşeyle anlatırken ona nasıl kızgın kalabildiğimi sorgulamıştım. O, çok güzeldi.

"Gece geldim yine, yaşıyor musun diye nefesini kontrol ettim kızım. Bu nasıl bir uykudur?" Kahkaha atarken yattığım yerden doğruldum. Kendi kendime sırtımı ovuştururken dizlerinin üstünde durup eğilerek alnıma bir buse kondurdu.

"Ben aşağıya iniyorum. Sen de duş mu almak istersin, bir şey yapmak ister misin bilmiyorum işin bitince aşağıya gel artık güzelim. Herkes seni merak ediyor." dedi yataktan kalkarken. Kafamı ona doğru sallarken odadan çıktı. Tam kapıyı kapatacakken kafasını aradan uzattı.

"Sen ne kadar kaçsan da konuşmamız ve halletmemiz gereken şeyler var güzelim. Konuşacağız." Bir şey söylememe izin vermeden kapıyı kapatıp dışarı çıktığında gözlerimi ovuşturdum. Odada gerektiğinden fazla kalmıştım, ki bana hava hoştu, artık bir an önce aşağıya inmem gerekiyordu.

Yataktan kalkıp etrafa saçılmış kıyafetlerimizi sonra da yatağı toparladım. Karaca'nın odasındaki banyoya girdim ve olabildiğince çabuk duşumu aldım. Alışmıştım hızlı duş almaya; orada biri gelir, zorla içeri girmeye çalışır veya bir şey olur diye duşa bile nadiren giriyordum. Beni döven adam bunu bile yapardı, kendisi dokunmasa bile birine dokundurtturabilir veya o banyoda beni öldürebilirdi.

İyice paranoyak olmuştum. Gerçi beni delirtmişlerdi, bu neydi ki?

Derin bir nefes alıp banyodan çıktım. Çok uyumaktan gözlerim şişmiş, çıkardığım yara bantlarıyla birlikte yüzümdeki yaralar kendini iyice göstermişti. Dolapta bulduğum pantolon ve tişörtü üzerime geçirirken artık ne olduğuna bile bakmamıştım. Hızlıca saçlarımın diplerini kuruladıktan sonra tepeden Seren'in bana alıştırdığı gibi topladım. Aşağıya inmek için tam kapının önünde dururken bir şeylerin yanlış gittiğini farkettim.

İnmek istemiyordum, yanlış olan buydu.

Konuşmaktan mı kaçıyordum, birilerine iyiyim yalanı söylemekten mi yoksa onları görmekten mi bilmiyordum. Çok yorulmuştum başıma bir şeylerin gelmesinden, benim yüzümden başkalarına bir şey olmasından.

Odadan çıkar çıkmaz kalp atışımın hızlanmasıyla geri döndüm, kalp atışıma rakip olabilecek nefesim hızlanırken saniyesinde kesilir gibi olmuştu. Çekmeceye attığım astım ilacını kullanıp kendimi hemen odadan dışarı attım. Tek seferde çıkmazsam, çıkamayacaktım.

Merdivenlerden aşağıya indikten sonra her zaman ama her zaman mutfakta olan Saadet abla, aşağıya indiğimi görünce elindeki patatesi bırakıp bana doğru yöneldi. Yönelmekten çok koşmak gibi bir şeydi tabi bu.

doomsday | akın koçovalıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin