kırk birinci bölüm | on yedi gün

570 28 21
                                    

Bir önceki bölümde söylediğim gibi, aklımdaki kurgunun devamı için buraları çok hızlı geçmişim. Düzeltirsem ileri ki bölümler karışacak, o yüzden elleyemiyorum. Tekrardan özür diler, iyi okumalar dilerim ballarım. ❤❤

"Özür dilemeye geldim senden baba. Hâlâ baba demeye gönlüm elvermiyor ama.. Annemden de senden de özür dilemeye geldim." Elimdeki su şişesini toprağına döktüm ve kenara koydum. Tek başıma mezarlığa gelmiştim. Konuşup içimi dökmek istemiştim.

"Annemi senin yanına gönderdiğim için o kızgınım ki kendime. Ama biliyorum, benim yerimde sen de olsan aynısını yapardın. Yine kavuştunuz birbirinize," Gülümseyip annemin mezarına baktım. Onunla konuşacak yüzüm yok gibi hissediyordum.

"Bana belki anne baba olamadınız ama yine de özür dilerim sizden. Soyadım değiştiği için de özür dilerim. Olmaması için çok uğraştım ama, değişmek zorundaymış." Daha fazla konuşmadım. Yerimden kalkıp düşmüş dalları temizledim ikisinin mezarından. İdris amcanın mezarına gidip ilk önce ona dua okudum, sonra hepsine. Kahraman abinin mezarının başında biraz fazla vakit geçirmiş, babama ağlayamadığım kadar onun yanında ağlamıştım. Kenara koyduğum su şişelerini alarak hepsinin mezarını suladım. Babam, annem, İdris amca, Kahraman abi, Selim abi, Sena, Nedret abla, Acar, Kemal.. O kadar çok mezar vardı ki, o kadar çok eksik vardı ki bu dünyada sadece su değil, bu dünyaya olan tahammülümüz de bitmişti.

Hepimiz eksik, yarımdık. İçimiz hiç soğumuyordu.

Telefonum çalınca başında durduğum Selim abiden istemsizce özür diledim. Arayan oğluydu.

Hâlâ ama hâlâ bana kızgındı. Beni zorla yanında yatırıyordu. On yedi gün geçmişti bahçedeki konuşmamızın üstünden. O günden beri benimle zorunda kalmadıkça konuşmuyordu. Onunla uyumak bana artık huzurdan çok eziyet gibiydi. Ne bana bakıyor, ne bir şey söylüyor ne de sarılıyordu. Uykusunda çok dağınık yatardı o, ona rağmen bir kere bile elini belimde hissetmemiştim. Ki sabahları yanımda pek de göremiyordum, orası ayrıydı.

"Efendim Akın."

"Nerdesin?! Kimseye haber vermeden çıkıp gitmek ne demek Eylül? Neredesin!" Derin bir nefes aldım. Konuştuğu zaman da böyle konuşuyordu işte.

"Mezarlıktayım sevgilim, ziyaret etmek istedim." diye mırıldandım. Yumuşar diye sevgilim kelimesini söylemiştim ama daha da sinirlendirmiş gibi bana bağırarak beş dakika içinde burada olacağını söylemişti. Gelince hesabını soracakmış benden, öyle söylemişti.

Evdekiler, bana eskisinden daha da yumuşaktı. Herkes sofraya oturacak kuralı, sadece benim için bozulmuş gibiydi. İnmek istemediğimde kimse tek bir şey bile söylemiyor, yemediğim gün Cennet odaya yemeğimi bırakıyordu. Benimle konuşmaları hep ama hep sakindi. Yamaç abi ve Cumali abi soyadımın değişmesi gerektiğine emin olunca bunu yapmak zorunda olmadığımı, para için başka bir yol bulabileceklerini söylemişlerdi. Belki kafama o silahı dayamamış olsam tek bir şey bile söylemeyeceklerdi. Herkes tekrar bir şey yapmamdan, bu sefer yaptığım şeyin başarılı olmasından korkuyordu.

İlk günlerde bir daha denemeyeceğimi düşünüyordum. Aklıma her geldiğinde korkuyla titriyor, pişmanın da pişmanı oluyordum. Ama artık aklımdan çıkmıyordu. İçimdeki o yapabilirsin diyen ses, pişmanlığımın önüne geçmiş ve doğrusunun o olduğuna itmeye başlamıştı.

"Eylül!" Arabanın kapısını sertçe kapatıp hışımla bana gelen Akın'a çevirdim kafamı. Babasının mezarının önünde oturuyordum

"Ne yaptığını sanıyorsun sen ya?!" Önüme gelip elini sallaya sallaya bağırmaya başlamıştı. Gözlerimi kırptım.

doomsday | akın koçovalıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin