on sekizinci bölüm | fark etmek -1

923 47 8
                                    

Hem dolu hem de geçiş bölümüne benzer bi' bölüm. Ben de tam anlayamadım ne yazdığımı, affola.. Kısa olacak biraz ama, bir sonraki bölümle hemen hemen peşpeşe yayınlayacağım (veya önceki bölümle bu bölüm peşpeşe yayınlanmış olacak)  💗💗

Medya 😍😍😍

"Bıraksana!" diye çığlık attım. Bağlandığım yerde sudan çıkmış balık gibi çırpınsam da bir işe yaramıyordu. Çağatay, dibimde olan adamı çekip elindeki bıçağı boynuma dayadı.

"Ne istiyorsun?" Elindeki bıçağı televizyona doğru tuttu. Televizyon açılınca odada kapalı kalan Saadet ablaları gördüm.  Korkuyla ağzım açılırken Çağatay 'getirin' diye bağırdı.

Koçovalı'ları getirmişti.

"Lan! Bıraksana onları! Bu mu savaş dediğin bu mu lan!" dedi bağlandığım yerde biraz daha çırpınırken.

Onlar baygınlardı, adamlar hepsini tek tek direklere bağladılar. Gözleri bağlanmıştı.

"Ben savaşmıyorum Eylül Erdenet. Savaş bitti, ben kazandım."

Elleri cebine sokmadan önce kafasındaki şapkayı düzeltti ve yanımdan kalktı. Deponun içinde turlarken konuşmaya başladı.

"Aslında şu 'kadınlara ve çocuklara dokunulmaz' mottosunu hep doğru bulmuşumdur. Ama sen hariç."

"Sen nasıl abisin?" dedim gözlerinin içine bakarken.

Tek bir el hareketiyle yanımda duran adam üstüme doğru çullanınca çığlık attım. Tekmelerimle onu savurmaya çalışırken elleriyle vücuduma dokunuyordu.

"Eylül! Tek bir ses telinin titreşimini duyarsam, herkesi gözlerinin önünde öldürürüm." Adam bana dokunmaya devam ederken tek duyduğum şey Çağatay'ın kahkahalarıydı.

"Eylül, güzelim, Eylül uyan.."

Akın'ın omuzlarımdan beni sarsmasıyla gözlerimi açmıştım.

Hepsi rüyaydı.

Kabusumdan uyandığım için derin bir nefes verirken kafamı kaldırdığım yere koydum. Sabah olmuştu. Akın, uykulu sesiyle sakin olmamı söylerken kollarıyla beni sardı. İçim tekrar huzurla dolmuştu. Biliyordum, başıma bir iş gelmemesi için hep beni koruyacaktı.

Dün gece aynı bu şekilde koltukta uyuyakalmıştık. İkimiz de bu saatten sonra ne olacağını bilmiyorduk. Dünkü öpüşmemizden sonra ikimiz de tam anlamıyla mala dönmüştük.

Telefon zil sesi yankılanınca Akın hayıflanarak cebinden çıkardı. Anlaşılan tekrardan kısa süreliğine de olsa uyuyakalmıştı. Rahat konuşabilmesi için geri çekilecekken omzumda olan eliyle tuttu.

Gülümsemeden edemedim. Kalbim yine hızlanınca istemsizce elimi kalbimin üstüne koydum.

"Efendim yenge. İşim vardı, yok yok.. beklemedim bu gece." Hafifçe gülümsedikten sonra konuşmasına devam etti. Yenge dediğine göre Damla ablaydı.

"Yok yenge yapmadım daha kahvaltı, saat kaç ki?" dedi ve saate bakmak için telefonu kulağından çekti. Saat dokuzu kırk üç geçiyordu. Saati gördükten sonra hafifçe esneyerek telefonu kulağına götürdü.

"Amcamlar evde mi? Tamam, ben gelirim bir yarım saate. Bilemedim ki Eylül müsait midir.." Kısa bir gülüşmeden sonra lafına devam etti.

"Tamam yenge, alır gelirim Eylül'ü de. Tamam, görüşürüz yarım saate."

Telefonu kapatıp yanıma doğru attıktan sonra bir kez daha esnedi.

"İnsan bir müsait misin diye sorar.. Biliyorsun, ajandama bakmam gerekiyor."

"Amcam seninle konuşacakmış." Ciddi cevap verince yüzümdeki gülümseme ben istemeden silinmişti. Geriye doğru çekildim ve yere attığım ayakkabılarımı giydim.

"Ben eve uğrayayım iki dakika, üstümü falan değiştireyim o zaman."

"Bekle beni, seni bırakayım. Kapıda beklerim." dedi ve ayağa kalkarak dolabına yöneldi.

"Alıştım artık beklemeye.." diye mırıldandı. Duymayacağımı düşünmüştü. Bozmamak için öyle devam ettim.

"Duyamadım?"

"Yok bir şey ya," dedi ve dolaptan sıradan siyah bir tişört çıkarttı. Saçlarımı yavaşça duzelttikten sonra yerimden kalktım.

"Ben gideyim, sen alırsın beni bi' on beş dakika sonra."

O tatlı gülümsemesiyle kafasını salladı. Depomsu yerden çıkarken kapıyı dikkatlice kapattım. Sokağa çıktığımda cebimden sigara çıkarıp yaktım.

Dün gece, kendi derdimi unutamasam da acım ya da beni kötü hissettiren ne varsa hepsi hafiflemişti. Uzun zaman sonra huzur dolmuştum. Çözemediğim bir şekilde ona her baktığımda huzur buluyordum. Kalbim dünkü öpüşmemiz aklıma gelince tekrar hızlanmıştı. Parmaklarım istemsizce dudaklarıma gidince kıkırdadım.

Bitmiş sigaramı yere atıp söndürdükten sonra eve girdim. Banyo yapmak istemiştim. Ani bir kararla banyoya girdim.

Banyo yaparken dün konuştuklarımızı düşündüm. Düşündüğüm şey biz değildik, Akın ve çocukluğuydu. Hep anne babasından ilgisiz büyümüş bir çocuktu. Dün bana 'çocukken Kahraman abiyi annem babamdan çok severdim, o da beni babamdan daha çok sevmişti belki de' dediğinde daha fazla gözyaşlarımı tutamamıştım. Kahraman abiyi ben de çok severdim, baba bildiğim adam kadar çok. İçimden amcam demeden edememiştim.

Kötüden daha da beter yetiştirilmiş bir çocuktu, çocukluğunu yaşayamamış bir çocuk. 14 yaşında eline silah tutuşturulmuş, kız arkadaşının yanında bilmem ne kadar kurşun sıkmış bir çocuktu. Hangi aile buna izin verir, hangi aile bunu normal bulurdu? Şuan İdris'in eline silaha benzer bir oyuncak gördüklerinde babasından önce amcaları koşarak oyuncağı elinden kırıp atıyorlardı. Akın'ın günahı neydi? İlk erkek torun olması mıydı suçu, cezası sevgi göremeden büyümek miydi?

Bunları düşündükçe birbirimizi daha iyi anlayabilmemiz gerektiğini anlıyordum. Hoş, o beni hep anlamıştı. Anlamamış gibi gözükse de hep ne hissettiğimi veya ne yaşadığımı anlamıştı. Ona bu konuda hep haksızlık yapmıştım. Deden şu yaptığını görse senden utanırdı demiştim, ne büyük laftı..

Banyoda gerektiğinden fazla vakit geçirdiğimi anlayınca hızlıca çıktım. Hazırlanma konusunda istediğim zaman fişek gibi oluyordum. Bir yandan saçlarımı kurutmaya çalışırken bir yandan pantolonumu giymeye çalışıyordum. Üstüme dolaptan çıkardığım beyaz cropu geçirdikten sonra minik halka küpelerimi taktım. Yapabileceğim en ama en hafif makyajı yaptıktan sonra saçlarıma son kez şekil verdim. Kendime bu şekil özeneli baya uzun zaman oluyordu. Garip hissetmiştim.

Veya normal bir genç kız gibi.

Ayakkabılarımı giyip tam kapıyı kapatırken telefonum çaldı.

"Geliyorum hemen," diyerek telefonu açtım.

"Acele etme, açık bıraktın hep bütün ışıkları." Ofladım.

"Sen de iyi alıştın pencereme bakmaya." Gülerek içeriye girdim ve penceremden baktım. Arabadan inmiş, gülümseyerek beni izliyordu.

Kırk yıl söyleseler de inanmazdım, şu an yaşadıklarımı veya hissettiklerimi. Düşünmeden edemiyordum. Ben ne ara ona bu kadar çok aşık olmuştum?

doomsday | akın koçovalıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin