elli yedinci bölüm | mesaj

510 29 4
                                    

"Karaca!" Mutfaktan çıkıp ona doğru adımlarken sıkıca sarıldım. O herkesle çoktan sarılmış, sıra bana gelmişti.

"O kadar mutluyum ki şu an.." Bana biraz daha kemiklerimi kırarcasına sarılırken kıkırdadım. O da zayıflamıştı.

"Karaca," diye fısıldayıp kulağına doğru eğildim.

"Azer'in gelmesinde bu kadar ısrarcı olduğuna göre, hamile misin?" Eliyle ağzını kapatıp kıkırdarken tepkisine karşılık kahkaha attım. Kafasını olumsuz anlamda salladığında omuzlarım düşmüştü.

"Daha değil canım, minimum altı ayı daha var onun." Nefesini sıkıntıyla verip yüzünün düşmesiyle tekrar konuşmaya başladı.

"Asla anlayamıyorum, Efsun affediliyor ama Azer affedilmiyor. Ne farkımız var, soyadımız mı?"

"Ben de o şekilde olaya girip gelmeni söyledim. Kimse bir şey söyleyemedi. İlla bir yerde düzelir bu durum, merak etme." Kafasını salladı. Düzeleceğini o da biliyordu ama bu süreç gerektiğinden çok daha uzun sürmüştü. Ve sorunlu.

Mutfakta yapılacak işleri Karaca ve ben hallederken, Akın hariç herkes içeride sohbet ediyordu. İlk başta Azer'in yalnız kalmamasını istese de böyle olması gerektiğini söylemiştim. Hem Azer, hem de Koçovalılar için. Birbirlerine alışmak zorunda bırakıldıklarında her şey daha kolay olurdu çünkü.

Akın'ın nerede olduğunu bilmiyordum. Sesleri çıkmadığına, gelip bana sormadıklarına, göre Salih abilerin bildiği kesindi. En son Karaca'yı aramak için bahçeye çıkmıştı ve sonrasında hiç görmemiştim.

Saadet ablalar da mutfağa gelmiş ve bahçeye her şeyi yavaş yavaş taşımaya başlamışlardı. Ben daha çok götürülecek şeyleri ayarlıyor ve onları götürmeleri için tepsilere koyuyordum. Kapı çalınca işimi Cennet'e devredip kapıyı açtım. Akın sonunda gelebilmişti.

"Nerdeydin?"

"Çocuklarla bir işim vardı güzelim, halledip geldim." dedi ayakkabılarını çıkarırken. Umursamıyormuş gibi kapıyı kapatıp mutfağa geçtiğimde kimseye selam vermeden civciv gibi peşimden gelmişti. Mutfakta götürülecek hiçbir şey kalmamıştı, bir de biz gelince yalnız bırakmak için de Cennet içeriye geçmişti. Sağ olsun, akıl edebilmişti. Cennet'in gittiğine emin olduktan sonra Yaslandığım tezgaha doğru gelip dibime yanaştı.

"Bir trip sezdim sanki Adin hanım."

"O ismi kullanma Akın.." Hafifçe kıkırdayıp yüzüme düşen saçı kulağımın arkasına sıkıştırdı. Dudağıma dudaklarını değdirdiğinde her zamanki gibi elektrik çarpmışa döndüğümde geri çekilip güldü.

"Gerçekten çocuklarla bir işim vardı mahalleyle ilgili. Sana haber verecektim ama yemeğe o kadar dalmıştın ki görmedin bile."

"İyi o zaman." dedim ve kollarımı beline sardım. Kafamı göğsüne yaslarken beni sarmaladı. Kalp atışı, bana dünyanın en güzel sesi gibiydi. Kendimi onun kollarında huzurlu hissediyordum. Hem de çok.

Telefonu çalınca benden geri çekilmek istese de izin vermedim.

"Kalp atışından duymam ben bir şey, çekilme işte.." Tebessüm ederek saçlarıma öpücük bıraktı, telefonu açtı. Ne konuştuğunu çok duyamıyordum, dinlemek de pek istemiyordum. Ellerimi biraz daha belinde sıkılaştırırken kokusunu içime çektim. Sigara kokusu hafiften burnuma gelirken ciğerlerim hem onun, hem de sigaranın kokusuyla bayram ediyordu. Telefonu kapatıp tezgahın üstüne koydu. Burnuma öpücük kondurduktan sonra dudaklarıma yöneldiğinde içeriden Ayşe ablanın sesi duyuldu.

"Akın, oğlum sen mi geldin?"

"Geliyorum anne!" Kollarını benden çekerken istemsizce omuzlarım çöktü. Uzun zamandır bu kadar kalabalığa girmemiştim, istemsizce geriliyordum.

doomsday | akın koçovalıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin