otuz sekizinci bölüm | çukur

592 35 6
                                    

"Eylül, haberim yok diyorum sana." Dişlerini sıkıp bana sessizce mırıldanırken gözlerimi yumdum. Gitmek istiyordum, siktiğimin masasında bir saniye daha oturmak istemiyordum.

"Bana saçma sapan sinirlenme. Seni arıyor bu kı-"

"Şşt, noluyor yeğen? Hayırdır?" dedi Cumali abi kaşlarını kaldırarak. Yamaç abi bu söyleyişine karşı bize dönüp baktı. Derin bir nefes aldım. Sakin olmam gerekiyordu.

Tabi nasıl sakin olabilirsen.. Tam önümde baba bildiğin adamın katili var, yanında sövse daha iyiydi dediğin adam, çaprazında da herkesin senden nefret etmesini sağlayan; sana ömrün boyunca taşımak zorunda olduğun astımı bırakan kız var. Sakin ol tabi Eylül, sinirlenmek hakkın değil. Hiç olmadı, çünkü birilerini kaybeden veya kendini kaybeden hiç sen olmadın, hep başkalarıydı.

"Yok bir şey amca." Tabakta kalan son pilav tanesini ağzıma götürdüm. Herkesin bakışlarından çok, Songül'ün bakışlarının üstümde olduğunu hissediyordum. Burada olmak, gerçekten bana yükten başka bir şey değildi.

Herkes yemeğini bitirdiğinde kutlama için, neyin kutlanacağını bilmiyordum, kalmak isteyenler kalmıştı. Yanlış anlamadıysam Ferhat'lar çoktan rakıları almış ve birkaç tane müzisyen ayarlamışlardı.

Tabakları kaldırmak için kadınlar olarak kalktık. Herkesin önündeki tabakları onlar mutfağa getitirken ben sığdığı kadarını makineye yerleştiriyordum.

"Hayırlı olsun," Tabağı sertçe makineye koydum. Vücudum, dışarı vuramadığı sinirini titremekle atmak istercesine titredi.

"Akın'la birlikteymişsin. Tebrik ederim." Kafamı salladım. Arkamda kollarını bağlamış bir şekilde dururken konuştum.

"Sen niye burdasın? Gitmemiş miydin?"

"Geri geldim. Gelemez miyim?" Cevap vermedim. Burada olması bile sinirimi alt üst ederken tek bir kelime söylersem çıldıracağımı düşünmüştüm. Taksit taksit gelseler olmuyordu sanki. Bir yanda Efsun bir yanda Songül'ü görmek daha hiçbir şeyin şokunu tam atlatamamış vücuduma ağır geliyordu.

"Abilerin de ölmüş, başın sağolsun. Çok üzüldüm. Abi acısı ne demek bile-"

"Songül, hadi dışarıda daha çok tabak var. Çenen çalışsın diye gelmedin ya, boş konuşacaksan durma burada. Zaten küçücük yer. Hadi." Damla abla Songül'ü mutfaktan çıkarırken son sığan tabağı makineye koyup makineyi çalıştırdım. Sinirimin geçmesi için içimden otuz sekize kadar saymıştım.

"İyi misin?" Gözlerimi yumup tezgaha yaslandım. Gerçekten ağır geliyordu her şey, yaşadığım hiçbir şeyi atlatabildiğimi düşünmezken onlarla karşı karşıya olmak kendimi kötü hissetmemden başka bir işe yaramıyordu. Zaman geçmişti ama hiçbir şeyin acısı hafiflememişti. Sol tarafım, her seferinde bu kadar sızlayacaksa ne anlamı vardı benim aldığım intikamın? Tek değişen şey, ölmememdi. Ruhum ölmek üzereydi, vücudum bu dünyadan gitse bir şey değişmezdi.

"Abla, sana zahmet olmazsa bana çantamı getirebilir misin?" Damla abla, Cennet'e çantamı getirmesini söyledi. Cennet bir dakika sonra çantamı getirdi. İçindeki astım ilacımı bulup ağzıma sıktım. Daralan nefesim, ilaç sayesinde açılırken kalbimdeki sızı gitmemişti. Çantamı kenara bırakıp mutfağı toparlamaya devam ettim. Mutfak toparlandıktan sonra kaç kişi kaldıysa onlara tabak göndermiş, büyük tabaklara kavun ve peynir doğramıştık. Damla ablayı zorla içeriye gönderememiştim, işimiz bittikten sonra masaya geçtik. Erkekler rakıları koyarken, Saadet abla ve Efsun en azından bizim masanın sularını dolduruyorlardı. Yardım etmedim, yorulmuştum.

Gözüm Songül'e tekrar kaydığında onun içmediğini gördüm. Babası yanında oturuyordu, izin çıkmamıştı herhalde.

"Canım sen içme istersen?" dedi Akın, bana rakıyı koymadan önce. Sorarcasına değildi pek, içme dercesineydi söyleyişi.

doomsday | akın koçovalıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin