Not; bu kitap, bir başka kurgumla yer değiştirilmiştir. Yorumlar aklınızı karıştırmasın.
GERÇEK, YALANA
SARILINCA1. SİYAHTAN DAHA SİYAH
"Baktığım yerde; yaşayamadıkları hayatı, fotoğraflarda yaşıyormuş gibi gösteren insan topluluğundan başka hiçbir şey görmüyordum. Bu kandırmacanın içinde olmadığım için mutluydum."
Rebena Alarçin...
Güneş doğsun diye açık bıraktığımız gönül pencereleri kapanmış, bizleri karanlıkta bırakmıştı. Artık kuşlar o açık pencerede kanat çırpıp cıvıldamak yerine, o buzdan camlara çarpıp yaralanacaklardı.
Korunmak için kalplerimizin etrafına çektiğimiz dikenli tellere kendimiz dolanacaktık. Çünkü Halide Hanım'ın kızlarının diğer isimleri gecenin karanlığındaki yalancı yıldızlardı; soylu gecelerin soytarıları, ip cambazları ve daha birçok utanç verici sözcük...
Karşı tarafa zafiyet vereceğimizi zannederken, zarar gören hem bizler, hem de karşısı taraf olacaktı. Birbirimize kan doğradığımızda, acılarımız kancayla tutturacaklardı ruhlarımıza.
Dün yılbaşıydı ve cemiyetin önde gelen isimleri yine gazetedeydi. Şahan ailesi, Altınday ailesi ve tabii ki de sosyetenin gözde bekarlarına sahip Halide Hanım'ın kızları... Daha birçok kişinin soyadı vardı fakat ben yalnızca bu üç aileyi dikkat kesiliyordum. Özellikle de Alarçin kadınlarına...
Halide Hanım'ın bir moda ikonuydu ve kendi markası vardı.
Alarçin...
Bir de birbirinden güzel beş kızı vardı fakat biri yanlarından ayrılıp, onlarla görüşmediği için kimse onu tanımıyordu. Annesiyle sık sık tartıştığı, kız kardeşleriyle aralarında sürekli kıskançlık krizi çıktığı için Türkiye'yi terk edip yabancı bir ülkede yaşama kararı aldığı çıkan dedikodulardan sadece bazılarıydı.
Alarçin kızlarının beşi de Halide Hanım'ın kızları değildi elbette. Üçü öz, ikisi üveydi. Kadın zengin ve iyilik sever olduğundan ikisini küçük yaşlarda evlatlık edindiğini söylemişti bir gazete haberi.
Okuduğum gazetede dün geceki büyük yılbaşı partisinin iştihamından, gösterişinden ve tabii ki de giydiklerine kadar her şeylerinden bahsetmişlerdi. Milyonluk masraf yatırıldığı söylenen bu partiyi organize eden tabii ki de Altınday ailesiydi.
"Ne gereksiz bir topluluksunuz," dediğimde tam olarak gazeteye verdikleri fotoğrafa iğrenerek bakıyordum. Ama sonra birinin bana çarpmasıyla tuttuğum sıcak kahvemin elime dökülmesi ve hissettiğim büyük bir acı yüzünden kaldırım ortasında, "Ah!" diye çığlık atmak zorunda kaldım. Hem yere düşen gazete, hem gri kabanım hem de fileli eteğim ıslanmış, kahve lekesiyle batmıştı. "Hayvan!" diye bağırdım sonra adamın yüzüne karşı. "Kör müsün be?!"
"Hanım efendi," dedi uyarır gibi. Kavisli kaşları çatılmış, onu sinirlendirmiştim. "Görmedim, özür dilerim. Biraz sakin olmayı mı deneseniz?"
Kızarmış elimi gözüne sokup, "Senin yüzünden yanıyor!" diye sokak ortasında bağırmaya devam ettim. Küçük bir yalandı aslında, hava epey soğuk olduğu için bir nebze de olsa rahattım. "Dikkatsizliğin canımı yaktı. Nasıl sakin olmamı bekliyorsun?!"
"Acelem vardı... Görmedim."
Siyah bir kaban altına siyah boğazlı bir kazak giyinmişti ve yüzünü inceleme fırsatı bulunca yere düşürdüğüm gazetedeki fotoğrafta onu gördüm. Siyah gözlerin sahibi aslında Enis Altınday'dı. Altınday ailesinin büyük oğlu, ilk varisleri kaldırım üzerinde bana çarpmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İTAAT
Romance"Kimsin sen Enis Altınday?" Diye sorduğumda, bakışları bana hissettirdikleri kadar anlamsız değildi. "Tehlikeli ve tutkulu bir adam mı yoksa yardımsever ve vicdanlı biri mi? Kimsin? Nesin sen?" "Ya sen?" Diye soruma karşılık sordu. "Yalan," dedim...