GERÇEK, YALANA
SARILINCA18. SERT OYUN
Kırkındım, yalnızdım ancak ben iyiydim. Bana verilen sözler de tutulmadı, benim verdiğim sözler de... Sorun değildi. Ben sadece kendi içinde üşüyendim, benden çalınanlara zayıflığımı gösterecek değildim.
Sanırım ben sadece Deniz Kamer'e kızgın ve kırgındım, hala... Artık İlhan'a kimi açık ederim diye düşünmeyecektim. Eda bunu hak etmiyordu, en azından Deniz varken.
Gözlerimi araladığımda gördüğüm şey pencerenin yarısında bırakılmış beyaz tül perdelerdi. Ve tabii önünde duran kanepe. Bu manzarayı gördüğümde ilk aklıma gelen Enis'le beraber orada uykuya kalmış olmamızdı. Neden aklıma geliyordu, neden benliğimde farklı hissiyatlar bırakıyordu, neden ruhuma dokunuyordu işte bunu hiç bilmiyordum. Hayır hayır, aslında aklıma düşen ihtimalleri kendime kabul ettiremiyordum.
Elimle saçlarımı geriye tarayarak yatakta sırt üzeri döndüm ve yastığın altında kalan kolumu da kendime doğru çektim.
Şimdi kaybeden ben miydim?
Odanın içi boştu, kimseler yoktu... Zenginler böyle büyük lede nasıl yaşayabiliyorlardı anlamıyordum. Hiç sıkılmıyorlar mıydı?
Komodinin üzerindeki telefonuma uzandıktan sonra şifreyi açıp bildirimleri kontrol ettim. İnterneti açtığım gibi istagramdan üst üste düşen bildirimler nefes almama bile izin vermeyecek kadar hızlıydı. Aslım ve Seyit mesaj üstüne mesaj atıyorlardı. Elbette girip bakmadım çünkü dün attığım reçelli fotoğraflarıma yorum attıklarını biliyordum. Seyit yine kızar gibi yapıp konuyu sonunda tatlıya bağlatarak bana yaranmaya çalışıyordur, bir taraftan da Enis'i övüyordur, Aslım da şaşkınlıktan çok konuşmaktan başka bir şey yapmamıştır. Her ikisinin ortak noktası ise saçmalamış olmalarıydı muhtemelen. Fakat Zühre'nin mesaj atmaması dikkatimden kaçmamıştı. Muhtemelen bir yandan aile sorunlarıyla uğraşıyordu, diğer yandan okul hayatının koşuşturmacasına yetişmeye çalışıyordu. Attığım fotoğrafı görmediğinden emindim bile. Zaten bakmış mı diye kontrol ettiğimde görmemişti.
Bunun dışında gördüğüm Enis'in durum atmış olmasıydı.
Renkli dudaklarıyla gülümsediği profil fotoğrafının üzerine bastığımda gördüğümle kaşlarımı çattım.
Bir kadınla beraber selfie çekilmişlerdi. Kadın Enis'i değil, Enis kadını etiket yapmıştı. Kadından fotoğrafı sonra alma zahmetine –o soğukta- girmeyeceğine göre kadının tuttuğu telefon Enis'e ait oluyordu. Kız saçlarını at kuyruğu yapmış, yürüyüş için uygun bir mont giyinmişti. Kara saçlarına nazaran o kadar beyazdı ki neredeyse ona vampir gözüyle bakacaktım. Bu kadar beyaz insanları asla sevmezdim. Enis desen ondan farksız olarak birkaç adımla kadının arkasında durmuş, beyaz dişlerini göstererek ve de ellerini montunun cebinde tutarak, renkli dudaklarıyla gülümsemişti. Soğuktan dolayı mıdır yoksa fotoğraf çekilmeden önce kadına kendini emdirmiş miydi bilmem ama dudakları daha fazla kırmızımsı bir renk almıştı.
Yukarıda 'altı saat önce' diye yazıyordu. Saatin kaç olduğunu öğrenmek için bakışlarımı kaldırdığım duvardaki saatin yelkovanı da on biri gösterdiğine göre saat altı civarında çekilmişlerdi.
Arkadaşıydı, belliydi... Ya beraber sabah koşusuna çıkmışlardı ya da tesadüfen karşılaşmışlardı. Acaba benden konuşmuşlar mıydı? Sonuçta kimse Enis'in evlenmesini o kadar kolay hazmedemezdi, üstelik Halide Alarçin'in herkesin bildiği ama kimsenin görmediği kızıyla...
Belki de kadın meraktan çatlamış, Enis de beni öve öve bitirememiş, bu da kadını daha çok merak ettirmişti.
Enis'in beni övmesi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İTAAT
Romance"Kimsin sen Enis Altınday?" Diye sorduğumda, bakışları bana hissettirdikleri kadar anlamsız değildi. "Tehlikeli ve tutkulu bir adam mı yoksa yardımsever ve vicdanlı biri mi? Kimsin? Nesin sen?" "Ya sen?" Diye soruma karşılık sordu. "Yalan," dedim...