YH • 32 | CENNETİN ATEŞİ

152K 4.7K 2.4K
                                    

Bol yorum yapıp oy vermeyi unutmayın ♥

Buraya kitabımızın simgesi 🥀🍷

32. BÖLÜM / CENNETİN ATEŞİ 

🥀🍷

Radyoda sevdiğim bir şarkı çalıyor. 

Öndeki camdan görünen arabaların kırmızı farları, geceyi süslüyordu. Yol kenarlarındaki sokak lambaları, iki yanda dizi dizi görünen dükkânlar yollara düşsel bir hayalin güzelliğini katıyordu; İstanbul, en düşsel hâlini yaşadığı gecelerden birindeydi. 

Arabanın içi Savaş gibi kokuyordu; biraz kaliteli parfüm, biraz da sigara. Bende guatr başlangıcı olduğu için sevmiyordum parfüm kokularını, aslında genelde dokunuyordu; bu yüzden kokulara karşı mecburi bir duyarlılığım vardı. Ama ilk defa bir kokudan rahatsızlık duymuyordum, bu kokuyu benimsiyordum, bu kokuyu özümsüyordum, bu kokuyu özlüyordum. Acaba Savaş Akduman'ın kokusuna karşı, pozitif bir ayrımcılık mı vermişti zihnim?

"Bu defa sen bana geleceksin, Nüket Kozcu," dediği an, aramızda başlayan uğursuz sessizlik somutlaşarak bizi izlemeye başlamıştı.

Sessizlik dudaklarımızdaydı. 

Sessizlik göğsümüzdeydi.

Sessizlik arabadaydı. 

Sözleri beni korkutmuştu. Kalbim büyük bir tehlikedeydi; kalbimi içinde saklayan tenim yarılmış, kalbimi koruyan kaburgalarım parçalanmış, üzerindeki ince zar yırtılmış da kalbim çırılçıplak kalıp üşümüş gibi hissediyordum. Yan yana oturmamıza rağmen, arabaya bindiğimizden beri hiç konuşmamıştık. 

Gözlerimiz gizli bir anlaşmanın gereğini yerine getiriyormuş gibi dikiz aynasında birleşti. Benim bakışlarım karmakarmaşık, onunkiler ise fazla tepkisiz görünüyordu. Arabanın direksiyonundaki kilometre hızını gösteren göstergeden yayılan o ışık ve radyonun renkli ışıkları yüzünde uzun koyu renk lekeler oluşturmuştu. Gözlerimi onda tutmak ağırlaştı yavaşça uzaklaştırdım. 

Savaş, evime giden sokağın başında durdu, gece yarısı olduğundan sokak bomboştu. 

Sessizliği ikiye ayırarak bizi izleyen gözlerini kör edip kaybolmasına neden olan bendim. "Teşekkür ederim," diye fısıldayıp, ona bakmadan kapıyı açtım. 

Savaş, sonunda sessizliğini bozarak, "Bana cevap vermeyecek misin?" diye sordu. Sessizlik. "Korktuğunu biliyorum, bunun üstesinden gelebiliriz."

Ayaklarımın kasıldığını duyumsarken, "Korkmuyorum," diye inkâr ettim. Yalan, büyük bir yalan. Korkuyordum, ölesiye korkuyordum; beni incitecek celladın ayağına kendi ayaklarımla gitmemi istiyordu benden. "Ben yapamam Savaş, kendi ayaklarımla sana gelemem."

Savaş bana yaklaşıp muhtemelen saçıma dokunmak için elini uzattığı anda, ondan uzaklaştım. Sanki bana dokunsa etkisi altına girecek ve çaresiz bırakılacaktım. Savaş Akduman'ın yanında hep böyle oluyordu, iğrendiğim bir çaresizliğe tutuluyordum. Bazı şeyleri yeni yeni kavrıyordum; Savaş'ı her kovduğumda, gitmesini istediğimde bunu hiçbir zaman gerçekten istememiştim. Onu gördüğüm ilk andan beri onu hayatımda istemiştim, işin doğrusu buydu. 

Savaş Akduman'ın karşısında o kadar toy ve tecrübesizdim ki hep korkudandı ona karşı tutumum. Kalbim işe bir hoşlantıyla başladı, son durağı aşk oldu; kalbime kendim kıymışım gibi hissettim. 

Savaş, iç geçirip elini geri çekti. "Pekâlâ, düşün ve istediğin zaman bana gel," dedi, sanki geleceğimden emin gibiydi. "Gecenin en kör saati ya da sabahın ilk ışıkları… Hiç farketmez, seni bir saniye önce anlaşmış gibi bekliyor olacağım."

YARALI HAYALLER (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin