3 ay sonra. Nisan ay'ı.
Elis'in evime taşınmasının ardından üç ay geçmişti. Eskişehir'den bile soğuk olan Sınırsız'ın sert ve haşin soğukluğu kaybolmuş, yerine en sevdiğim ilkbahar dönemi gelmişti. Nisan ayına girmiştik. Herşey çok güzel ve yolunda gidiyordu. Zaman su gibi akıp gidiyordu. Alacağım intikamdan önce hayatımı düzene koymam gerekiyordu ve koyuyordum da. Buraya ilk geldiğim günlerdeki gibi dışarıda kaldığım ve geçirdiğim kötü günleri unutmaya çalışıyordum. Güzel bir işim, bahçeli, sımsıcak bir evim, güzel bir arkadaşım ve bana ablalık eden Ece abla ve iş yerinde tanıştığım birkaç arkadaşım vardı... Hayatım rayında ilerliyordu ve düzene oturuyordu.
Sınırsız'ı henüz keşfetmemiştim hayatımı düzene sokmakla uğramıştım. Ama az çok caddeler ve sokaklar hakkında bilgi edinmiştim. İlk geldiğim güne nazaran çok daha iyiydim. Elis'te kendine bir iş bulmuştu. Sınırsız'ın yeraltında, arkadaş çevresinin sayesinde Barmenlik bulmuştu. İki gündür çalışıyordu. Biraz daha beklemeliydim. İntikam soğuk yenen bir yemekti, ancak elimde hiç bir bilgi ve kanıt yokken, anne babamın katillerini bulamazdım. İntikamdan önce sağlam bir bilgiye ve kanıta ihtiyacım vardı.
Evimizin sıradan bahçesini yemyeşil ve samimi bir bahçeye çevirmiştim. Bir kısmına güller, yaseminler, papatyalar, frezyalar, lavinya çiçekleri ekmiştim. Bir diğer kısmına ise biraz yeşillik, biraz limon, biraz ise domates ve birkaç sebze daha ekmiştim. İlk zamanlar Sınırsız'ın karlı havasında büyümeleri ve yetişmesi bir nebze zor olsa da, bilgi ve tecrübem sayesinde hepsi çok güzel yetişmişti. Balkona da bir masa ve sandalye atmıştım ve balkonun etrafını çiçeklerle donatmıstım. Sınırsız'da ki en çiçekli ve sıcak evin benim evim olduğuna bahse girebilirdim.
Ev ise istediğim türdendi. Ahşap kaplamalı bir evdi. Ahşap parkeler, ahşap dolaplar ve sıcak bir şömine ile muazamdı. Hele şömine yanında boydan cam vardı ki bahçenin güzelliğini ve gökyüzünün ihtişamlığını gözler önüne seriyordu.
Bahçeye biraz önce biber tohumu ekmiştim ve toprakla üstünü kapatmıştım. Şimdiyse ilkbaharın gelişini fırsat bilerek lotus çiçeği kazıdığım toprağın içine yerleştiriyordum. Özene bözene çiçeği hazırlarken Elis'in neşeli sesi cam kapı arkasından duyuldu.
" Senin kadar çiçeklerle aşk yaşayanı görmedim Lahza. "Bahçeye açılan cam kapıdan kollarını göğsünde bağlamış bir şekilde gülümseyerek beni izliyordu Elis. Çömeldiğim yerden, gülümseyerek başımı ona çevirdim. Amber rengi gözleri ve koyu kahve saçlarıyla çok güzel bir kızdı.
" Çiçekler hayattır. Babam her gün yeni bir çiçek getirirdi. Annemde çiçek çokluğundan şikayet ederdi. Evimiz çiçek bahçesi gibi olmuştu, " deyip, kıkırdayarak önüme döndüm. Lotusun işi bitmişti. Sıra nergis çiçeğindeydi. Onun için kazıdığım toprağın içine özenle yerleştirip üstünü bir güzel kapadım. Lotusu ve nergisi azca sulayıp, ellerimi çırparak ayağı kalktım.
" Ay çok güzel oldu. " Mutlulukla ve beğeniyle çiçekleri izlerken, Elis yanıma geldi.
" Hakikaten çok güzel oldu. Bahçe bahçe değil çiçek bahçesi maşallah." dedi, gülümseyerek.
Bileğimdeki saate baktım. " Çok geç oldu. İşe geç kalacaksın sen. "dedim endişeyle. Omuzlarını silkti.
" Yok kuzu. Bugün bar kapalıymış. Yeraltında büsbüyük bir davet varmış. Mesih Yıldıran'ın daveti." dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRMIZI DÜŞ
General FictionMesih Yıldıran. Namı değer Şah; Sınırsız ve Yıkılış şehrinin sahibi. Herkesin korkudan titrediği, Polis'in aleyhine tek bir delil bulamadığı illagal bir dünyanın Şah'ı olan bir adam düşünün. Aşkı kırmızının en tutkulu tonu. Saplantısı ölümüne bir s...