Selam arkadaşlar. Ders seçimleri için bu hafta doluyum. Okul alışverişi, hazırlığı, ders seçimi filan yüzünden bu hafta bölüm atamayacaktım fakat kısaca bir bölüm yazdım. Kesit tadında. Hiç gelmesinden iyidir diyerek kesit tadında yazıp yayınladım. Asıl bölüm 22. bölüm olacak. Ders kayıtlarımı işlerimi hallettikten sonra atacağım. Pazar ya da Salı gibi. Yorum ve oy yapmayı unutmayın lütfen.🌺🌸🌷🏵️
♾️
Arkasından bakmayı kesip, bahçeye doğru baktım. Tüm korumalar yorgunluk, uyku dinlemeden nöbet tutuyordu. Adeta kuş bir oturmuş Yavuz Polatlı'ya gözlerin ilişti. Öylece bir başına oturmuş, telefonuna gömülmüştü. Yanına doğru yürümeye başladım. Siyah ceketini şezlonga gelişi güzel atmıştı. Jilet gibi bembeyaz gömleğinin kol uçlarını direklerine kadar kıvırmıştı. Dirseklerini de dizlerine yaslamıştı. iki yana açık bacaklarıyla tam bir kabadayı gibi oturuyordu. Elinde tesbihi eksik diyecektim ki elindeki tesbihi gördüm, gülümsedim. Bir anda elindeki tesbihi kaparak yanındaki sezlonga kendini atıverdim.
"Selamün aleyküm birader," dedim, onun gibi kabadayıca otururken. Şaşkınlıkla başını kaldırıp bana baktığında şaşkın ifadesine gülmemek için kendimi zor tutup, suratımı ciddi tutum. Biraz da kaşlarımı çatıp, tesbihi kabadayıları gibi salladım.
Sert, ciddi, ağır başlı yüzünde gülümseme oluştu. "Ve aleyküm selam çiçek kız," dedi.
Yüzüm bir an pamuk şeker gibi yumuşasa da yüzümü anında eski haline dönderdim. Bıyığım varmış gibi iki parmağımla dudak üstüme dokunup, bıyık varmış gibi çekistirdim. Çatılı kaşlarımla telefonu gösterdim. "Hayırdır evlat, Karadeniz'de gemilerin batmış gibi niye derbeder haldesin?" diye sordum, sesimi bir ton kalınlaştırarak.
Dişleri gözükecek kadar gülümsemesi genişledi. Telefonu kapatmadan önce Hera'nın resimlerini görmüştüm. Telefonu kapatarak kalem dönderir gibi telefonu elinde erkeksice dönderdi. "O gemi batalı çok oldu be hanım abla." dedi.
Yüzüm anında yumuşayarak, "yaaa," derken gülmemek için dudağını ısırdı. Boğazımı temizleyerek, eski halime dönüp, kaşlarımı çattım. Tesbih tanesini çekerken, yılların görmüş geçirmişi gibi nasihatler vermeye başladım. Önce dilimi damağıma vurup, 'cık' sesi çıkardım.
"Bak evlat. Gemiyi batırmamak için önce adam akıllı kullanacaksın. Ama kullanmadan önce gemiye binmek için adım atacaksın. Adım atmadan geminin dümenine geçip, gemiyi süremezin. Ha sürdüğün halde gemi batmışsa takdiri ilahi. Amma sen gemiyi sürmeden battı dersen hatalı olan sen olursun." Tesbihi elimde bir tur döndürüp, havuza doğru başımı çevirdim. "Sevda da gemi gibidir evlat. Sevdayı batırsan da, ilerlende sonucu takdiri ilahi. Amma sen sevdaya adım atmadan bitti dersen işte o zaman korkak bir adam olursun."
Yüzüne baktığımda şaşırarak bana baktığını gördüm. Omuzlarımı silktim. "Hiç bakma öyle evlat. Sevdan için için çabalamıyorsun. Çabala. Bırak batsın ya da ilerlesin ama yaptım de. Çabaladım de. Kork ama aynı yerden bir adım ileriye adım atamamaktan kork."
"Kolay değil be abla." diyerek başını eğdi. Telefonunu tesbih çevirir gibi elinde dönderirken bende tesbihimi dönderdim fakat havuzun içine uçtu.
Gözlerimi irice ayırarak havuzun dibini boylamış tesbihe dudağımı ısırarak baktım. Fiyaka satayım derken rezil olmuştum. Adamın tesbihi havuzun dibini boylamıştı.
Dişlerim görünecek şekilde şirince sırıttım. "Paris'in evlat. Kazayla oldu." dedim. Başını geriye atarak gür bir kahkaha attı.Patronu gibi gülmeyi ölüm gibi gören adama gülmek çok yakışıyordu. Gülse havası bozulacakmış gibi sert duran adamların gülerken gamzesi be adem elması çıkıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRMIZI DÜŞ
General FictionMesih Yıldıran. Namı değer Şah; Sınırsız ve Yıkılış şehrinin sahibi. Herkesin korkudan titrediği, Polis'in aleyhine tek bir delil bulamadığı illagal bir dünyanın Şah'ı olan bir adam düşünün. Aşkı kırmızının en tutkulu tonu. Saplantısı ölümüne bir s...