Mesajla bakışıp dururken, tam da bir arafın içine düştüğümü hissediyordum. Güvenmek ile güvenmemek arasındaki çizgide sürekli gidip geliyordum. Bir yanım Celal Kendirci'nin yalan söylemeyeceğini söylüyordu, bir yanım da onun da bu illegal alemde pis işlerin içinde olduğunu ve bunu yapabileceğini söylüyordu. İyi bir adam olsa da, bir mafyasına çalışıyordu o. En azından hakkında bu kadar bilgi biliyordum. Bu bilgi bile ona biraz olsun güvenmemem için yetiyordu ama bir yanım da güveniyordu.
Güvenmeli miydim?
Yoksa güvenmemeli miydim?
Ceylan'ın sesi gerçekten de kötü geliyordu. Hıçkırarak ağlıyordu mesaja. Ama ya yalandan ağlıyorsa? Abisi gibi güçlü bir adamın nasıl olurda güveneceği biri olmazdı? Madem vurulduysa illa ki güvendiği birileri olmalıydı. Koskoca şehirde bir beni mi bulmuştu yardım isteyecek?
Bu işte bityeniği vardı. Hislerim bu yönde ağırlıklaydı.
Kaç yıllık dostum bile bana ihanet etmişken, ona koşulsuz şartsız inanmışken, ondan yediğim darbeyle Celal hiçbir şeydir. Ulaş bile sırtımdan bıçaklarken, Celal, hay hay vardı.
Ama şu da vardı; Celal'in bana hissettirdiği bir güven vardı. O kabadayı halinden mütevelli, konuşması, bakışları, mimikleri samimi ve yalansızdı.
Ama Ulaş'ta öyle hissettiriyordu am sonunda beni para ve intikam uğruna satmıştı. Ulaş bile bunu yapabilirken, Celal Kendirci neden yapmasın diye soru işareti oluyordu kafamda.
Bülent Ünal, Ulaş'ı satın almışken, Celal'i nasıl almasın ki?
Ama Celal parayla satın alınamayacak bir adama benziyordu. Yaydığı güven, bana yalan söylemeyeceğini hissettiriyordu. Ama körü körüne inanmamam lazımdı. Sonuçta şehire yeni gelmiştim ve hedef tahtasında ben vardım. Mesih'e ulaşılan yolun benden geçileceğini biliyorlardı ve beni tuzağa çekmek için her yolu deneyeceklerdi. Bu da onlardan biri olmalıydı mutlaka.
Akıllı olmalıydım. Mesih bile beni aniden iki ay bırakıp, kandırmışken, kimseye güvenmemeliydim. Artık bunu öğrenmem lazımdı. Herkese öylece, sorgusuz sualsiz güvenmemem lazımdı. Bunu bana Mesih, bizzat kendisi öğretmişken, artık bir ders almalıydım. Kimseye kanmamalıydım.
Mesih'e hemen mesaj yolladım. Durumu ona bildirirken, onu tedirginlik ve heyecan içinde beklemeye başlamıştım. Şehre geleli daha iki gün olmuşken, kaos ve olayların etrafımı kuşatması, "Eh daha bismillah, durun bir soluklananaydım. Arkanızdan atlı kovalamıyor ya," dedirtiyordu insana. Hayır, yani daha Bismillah yeni adım atmıştım şehre, bu ne hızdı da topla tüfekle saldırmaya başlamışlardı bana. İnsan hiç mi bir hafta geçsin bari, kız dinlensin demezdi. Mafya babalarından bahsediyoruz? Acımaları var mı sence?
Yoktu ama daha başında böyleyse ileriki günlerimin kabus dolu geçeceğinin fragmanıydı bu. Tüm bunları göze alarak gelmiştim ama daha Bismillah'tı yani. Kendime geleydim bari değil mi?
Kapının nazikçe çalınmasıyla kapıya ilerledim. Kapının nazikçe çalınmasından tamamen uzak, kaba bir şekilde sert bir bedene çekildim. Bu kişi tabi ki Mesih Yıldıran'dı. Davranışları nazik ama hareketleri tam bir Mesih olan, Mesih Yıldıran'dı. Kokusundan tanımıştım bir kere. Buram buram çikolata kokuyordu herif. Benim için kokusunu değiştiren o manyak adam, kendine has kokusuna harmanlanan çikolata kokusuyla buram buram etrafımı kuşatmıştı. "İyi misin? Bir şeyin yok ya." Buram buram endişe kokan sesle konuşan o çikolata kokulu adam, kemiklerimi kıracak kadar sımsıkı sarılmıştı bana. Öyle ki kollarının arasında minicik kalmıştım. Sanki bedeniyle beni tüm kötülüklerden saklayabilecekmiş gibi bağrına basmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRMIZI DÜŞ
Ficción GeneralMesih Yıldıran. Namı değer Şah; Sınırsız ve Yıkılış şehrinin sahibi. Herkesin korkudan titrediği, Polis'in aleyhine tek bir delil bulamadığı illagal bir dünyanın Şah'ı olan bir adam düşünün. Aşkı kırmızının en tutkulu tonu. Saplantısı ölümüne bir s...