Verdiğim karardan bir an bile şüphe etmemiştim. Ne olacaksa artık bugün olmalıydı. Yüzleşmeyse yüzleşme, hesaplaşmaysa hesaplaşma. Bugün yaşanacaktı. Şimdiye kadar onları yüzünü görmek istemediğim için hesap sormayı istememiştim ama iş öyle bir boyuta gelmişti ki annem babam gibi Ulaş'ta vurulmuştu. Hedef bendim ama vurulan Ulaş'tı. Tüm bunların neden olduğunu, neden yaşandığını, tek tek soracaktım. Onların düşmanları anne babamı nereden tanıyordu, neden beni öldürmek istiyorlardı tek tek soracaktım.
Belki de Mesih yaptırmıştır ya da onları adamları; hiç bilmiyordum. Tek yapacağım şey hesap sormaktı.
Hamgurger poteşini konsolun üstüne bırakarak yavaşça ayağa kalktım. Sakinleştiricilerle uyutuğum için ayakta durmakta zorlanıyordum. Allah bilir yine kaç gün uyutulmuştum.
"Emin misin görmek istediğine?" diye sordum Mahir tereddütle yüzüme bakarken.
Başımı emince salladım. Burnumu seslice çekerken, "Evet," dedim tok bir sesle. "Eminim. Anne babamın ölümü, Ulaş'ın vurulması ama hedefin ben olması. Hepsinin sebebinin öğrenmek istiyorum," dedim.
Beni anladığını gösteren bir ifadeyle baktı bana. Gülümserken başıyla onayladı. Mesih, arkadaş konusunda çok şanslı bir adamdı; Mahir gibi bir dostu vardı.
Elis'i özlemiştim. Tek dostum oydu burada. Kendimi Ulaş dışında hepten yalnız hissediyordum. Merih'te kızın hasretinden ayrı kafayı yemişti. Merih umurumda değildi ama Elis'i çok çok özlemiştim. Tam da ona ihtiyaç duyduğum günlerde yoktu.
İnsan ihtiyaç duyduğu günlerde dostlarına ihtiyaç duyuyordu. Aklıma Eskişehir'de ki dostlarım gelmişti. Onur ve kız kardeşi Eda. Onlar beni hiç bir kötü anımda yalnız bırakmazdı. Burada olsalardı beni tek başıma bırakmazlardı. Telefonlardan görüşmek yetmiyordu. Sarılmaya, dertleşmeye ihtiyacım vardı."Mesih duyarsa kötü ol..." Mahir'in sözünü bıçak gibi kestim; bana neydi Mesih'ten. Bana neydi onun sinirlenmesinden. "Umurumda değil. İsterse duysun. İster görüşürüm, ister görüşmem ona ne?! Lütfen gidelim Mahir."
İtiraz etmek istese de benim Katarlı bakışlarını görüp vazgeçti diyeceklerinden. Mecburen kafasını salladı. "İyi, peki. Ama benim götürürdüğümü deme ha. Ağzıma sıçar," dedi. Onu başımla onayladım.
Kapıya doğru ilerledik. Odadan çıkarken kapının önünde dikilen korumaları gördüm. Olan bittikten sonra kalkıp koruyordu! Tamam hatalıydım; tokat atmamalıydım ama tehlikeli hayatını bildiği halde korumaya devam etmeliydi. Adam sizi kendi düşmanlarından koruyup tokada rağmen şehirden sağ salim çıkarttı. Sonrasına Allah'a emanet bıraktı. Kendi düşmanlarını bildiği için tokada rağmen gururuna rağmen sizi şehir dışına kadar korudu. Kendi düşmanların için korumasını istemek bencillik değil mi Lahza? Adama tokat atıp artist gibi giden sizdiniz. Gökten taş düşse Mesih'ten biliyorsun farkında mısın?
Farkında değildim, alenen onu suçluyordum. Onu suçlamam için haklı sebeplerim vardı. Beni daha bir kaç hafta önce gömen bir adam vardı; ondan şüphelenmemem normal değil miydi? Kafasını 19 yıldır intikamla bozan bir adam vardı ortada. Her şeyden onu suçlardım. Çünkü bana ondan başka zarar veren yoktu; anne babamı öldüren katillerin dışında. Cabriel Marguez var yani Bülent İnal var, unutma.
Zaten o adam ayrıydı. Annem olacak kadına kavuşmak için beni aracı olarak kullanmak isteyen kaynağın tekiydi. Eğer o olsaydı beni direkt kaçırırdı. Neden beni öldürmek istesin? Öldürürse beni, sevdiği kadına kavuşamazdı.
Belki de anne babamın katillerini elinden tutan Mesih Yıldıran'dı. Belki de yalan söylüyordu. Belki de beni ilk kez defile de görmemiştir. Belki de o M harfi ona aitti. Diyelim ki yaptırdı, Mesih bunu saklayacak bir adam değil ki. Yüzüne vurur ben yaptırdım diye; sonuçta intikam almak istediği kızdan niye bir çekincesi olsun ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRMIZI DÜŞ
General FictionMesih Yıldıran. Namı değer Şah; Sınırsız ve Yıkılış şehrinin sahibi. Herkesin korkudan titrediği, Polis'in aleyhine tek bir delil bulamadığı illagal bir dünyanın Şah'ı olan bir adam düşünün. Aşkı kırmızının en tutkulu tonu. Saplantısı ölümüne bir s...