Kelimeler birbirine karışıyor. Yüklemini kaybetmiş öksüz bir çocuğa dönüyordu cümlelerim. Uzadıkça uzuyor uzadıkça anlamsızlaşıyordu. Çünkü konuşacak tek kelime dahi kalmamıştı. Söz, intiharda noktalanmıştı. Amaçsız, yeksiz, artık ölmeyi dileyen bir kızın konuşmasına bir bıçak gibi nokta koymuş ve gaddarca son vermişti.
Artık ölmeyi amaç edinen bir kız vardı. Çiçek kız dedikleri kızın tüm yaprakları kopmuştu. Cansızlaşmış, kuru kalmış, sulunamamış kırık gövde daha fazla hayata dalını dik tutamamış ve intihara bir kez daha boyun eğmişti. Dal kopmuştu artık. Kırmızı bir hayat denilen hayatta tüm yapraklarının koparılmasına dayanamayarak dalından ikiye kopup yere devrilmişti. Yerde artık sadece kırılmış dalıyla can çekişiyordu. Dalı birleştirmeye çalışana bile direnemiyor ölüme koşmak istiyordu. Tamamen solup gitmek istiyordu. Çünkü beyaz bir çiçek kalmak imkansızdı onun için. Beyazına kırmızı bir renk sıçramıştı ve masumiyetine kırmızı bir leke sıçratmıştı. Beyaz çiçek artık masum değildi. İnsanların artık ezip bastığı, solduğu için utandığı bir çiçek haline gelmişti. Kendilerinin soldurmasına rağmen utanılan, solup gittiği için suçlanacak hale gelmişti.
Çiçeğin bir amacı kalmamıştı. Güneşini kaybetmişti. Susuz kalmıştı. Ve karanlık bir sınırsızlığa karşı can vermek üzereydi.
Çiçek artık bitmişti. Ruhu ölmüştü.
♾️
Kulağıma dolan şıp şıp sesleri kulağımı tırmalarken yüksek sesler kulağıma doluyordu. Seslerin kime ait olduğunu algılayamıyordum. Sadece duyuyordum.
"Bu kız kaçıncı kez canına kıydı oğlum, kaç kez ölümden döndü! Daha kaç kez canı yanacak! Sana yapma dedim! Kahrolur dedim!"
Mahir'in sesine benziyordu. Deli divane bağırıyordu. Ama neden?
"O şerefsizin gerçek yüzünü görmesi lazımdı Mahir! Ne yapsaydım? Gidip kandırarak Bülent'in eline verecek ve ben izin vereceğim? Sikerler adamı!"
Bu sesi sanırım algılayabiliyordum. Çünkü böyle kükreyen tek bir adam tanıyordum. O da Mesih Yıldıran'dı.
"Bu şekilde değil, Mesih. Bu şekilde değil. Senin derdin başka. Seni tanıyorum oğlum. Sen Ulaş'ın adını duymaya dayanamıyorsun. İstedin ki Ulaş'ı tamamen silsin ve tek sahip olduğu sen ol istiyorsun. Artık gözümü korkutuyor senin şu saplantın."
Dudaklarım oksijen ihtiyacıyla yanıp kavruluyordu. Bir damla oksijene muhtaçtım. Ciğerlerim ve boğazım yanıyordu. Sanki dünyadaki tüm tuzlu suyu yutmuş gibiydim. Bir damla su'ya muhtaçtım. Susamıştım.
"Saplantıysa saplantı. Bunu saklamıyorum ben. Çünkü ona gerçekten değer veren benim! Ne o siktiğimin Ulaş'ı, ne o ailesi denen insanlar! Sadece benim! İstediğinizi deyin. Ailesi sadece benim! Söylediğin insanlar daha kendi kızlara arasında ayrım yaparken, sen bana neyden bahsediyorsun?"
Ne için böyle bağırdığını anlamıyordum. Beynim pekmez gibi akmıştı sanki. Söylediklerini duyuyor, fakat algılayamıyordum.
"Aslı denen kızlarını yıllarca büyütüp, kol kanat gelirken, diğer kızının ölmüş mü kalmış mı diye araştırmayan bir kadın asla Lahza'nın annesi olamaz. Kendi intikam davamı siktir ediyorum bak, sadece bundan dolayı bile o kadının, Lahza'ya kızım demesine katlanamıyorum. İntikam davası için onu benden sakladılarsa diğer kızı için neden bunu düşünmediler? Madem intikam alacağım, diğer kızından da alabilirdim! Bulamadığım takdirde diğer kızından intikam alacağım diyebilirdim. Ama ne hikmetse bu ihtimale rağmen Aslı denen kızlarını yanlarında tuttular."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRMIZI DÜŞ
General FictionMesih Yıldıran. Namı değer Şah; Sınırsız ve Yıkılış şehrinin sahibi. Herkesin korkudan titrediği, Polis'in aleyhine tek bir delil bulamadığı illagal bir dünyanın Şah'ı olan bir adam düşünün. Aşkı kırmızının en tutkulu tonu. Saplantısı ölümüne bir s...