Bir rüyadayım sanki. Hayır hayır. Rüya değil bir kabus. Biri uyandırsın beni. Uyanamıyorum. Ayaklarım yere saplanmış hareket edemiyorum. Bir ormanlık alandayım. Etrafımda onlarca tanımadığım insan.
İçlerinden bir adam simsiyah giyinmiş biraz ötemdemde bana bakıyor, 40'lı yaşlarda. Nefret edercesine bakıyor ama dudağındaki can almaya bayılırcasına bir sırıtış hakim. Korkuyla yüzüne bakarken gümüş parlak silah görüş acıma giriyor. Uzatıyor silahı bana.
Ateş ettiği an, kendimi ölüme hazırladım. Patlayan yüksek ateş sesiyle bileğimden çekiliyorum aniden. Gözlerimi dahi korkudan açamıyorsun. Silahtan kurtarmış beni tutan kişi. Kim olduğunu bilmiyorum. " Kızım, " diye fısıldadığını duyuyorum.
Diğer bileğimden bir el çekiyor, diğer elden koparıyor beni. Sert ve sahiplenircesine sıkı bir tutuş bu. Ona vermek istemezmiş gibi, " benim, " diye fısıldıyor. Sesi tüm iliklerime kadar işliyor. Korkuyu kalbime çivi gibi çakıyor.
Elimi hışımla güçlü elden koparıyorum ve koşmaya başlıyorum. Yönümün bir hedefi yok. Sadece korku içinde koşuyorum. Arkamdan yine o ses yükseliyor: " benden kaçamazsın Lavinia, " diye buram buram tehlike kokan ses tonuyla, Azrail gibi fısıldıyor.
Ormanlık yolun sonu bir ana caddede son buluyor. Rahat nefes alırken buluyorum kendimi. Hızlı nefes alış verişlerimle caddenin ortasında yavaşça yürüyorum. Üzerimde bembeyaz, kar beyazı, yerlere sarkan çok güzel bir elbise var. Dört bir yanım lüks ve ihtişamlı gökdelenler ile çevrili. Bir şehir burası ama neresi?
" Sınırsız; benim şehrim, " diye fısıldıyor o ses, sanki rüzgar uğultusuyla sesini bana duymam için ulaştırır gibi. Hızlıca etrafımda dönüyorum. Sesin sahibini etrafta yoklayan gözlerim kimseyi bulamayınca yavaşça ana yolda yürümeye devam ediyorum.
Gariptir ki şehrin bazı kısımları kırmızı, bazı kısımları siyahtan oluşuyor. Arabaların renkleri bile ya kırmızı, ya siyah baska hiçbir renk hakim değil.
" Lahza, " diye adım çağrılıyor. Hızla dönüyorum arkama. Gördüğüm kişiyle rahatça ve huzurlu sağlıklı gülümsüyorum.
" Ulaş. "
Ulaş'ta bana gülümsüyor. " Gel yanıma," diyor kollarını açarak. Gülümsemem genişliyor. Koşar adımlarla yanına koşuyorum. Sarıldığım an sanki bir hayaletin içinden geçer gibi Ulaş'ın bedeninin içinden geçiyorum. Şokla büyüyor gözlerim. Bir silüet gibi yok olmuş bedeni hemen. Etrafımda dönüp etrafıma bakınıyorum, " Ulaş! " diye bağırıyorum. Yok. Hiç bir yerde yok! Bu şehirde beni yalnız bırakmış gibi hiçbir yerde yok.
Üzüntüyle duruyorum ve yavaşça tekrar yürümeye başlıyorum. Adımlarım bir gelinlik mağazasının, vitrin camının önünde duruyor. Kusursuz gelinliklere bakıyorum. Öyle güzeller ki gözlerimi kamaştırıyor hepsi. Bir tanesi öyle güzel ki ona dokunmak ister gibi cama usulca dokunuyor parmaklarım.
" Çok güzel, " diye fısıldıyorum, hayranlıkla.
Gülümsüyorum, zarif ve asil bembeyaz gelinliği izlerken. O an bakışlarım mağazanın içinde boydan aynaya kayıyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRMIZI DÜŞ
Ficción GeneralMesih Yıldıran. Namı değer Şah; Sınırsız ve Yıkılış şehrinin sahibi. Herkesin korkudan titrediği, Polis'in aleyhine tek bir delil bulamadığı illagal bir dünyanın Şah'ı olan bir adam düşünün. Aşkı kırmızının en tutkulu tonu. Saplantısı ölümüne bir s...