"Ah, hadi ama Ulaş çok hızlısın. Yetişemiyorum sana. Babana şikâyet edecem seni."
Ulaş'ı bir türlü yakalayamamaktan muzdariptim. Her daim benden hızlı koştuğu için onu sobeleyemiyordum. Tam yakaladım derken hop benden hızlı koşarak o beni sobeliyordu. Fazladan yemek yediğimden olsa gerek henüz 7 yaşında olmama rağmen balık etliydim. Yetişemiyordum ve gıcık oluyordum ona. Benden üç yaş büyüktü ama Maşallah benden çırpı gibiydi. Benim minik göbüşüm gibi göbüşü yoktu. Dümdüzdü karnı. Kıskanıyordum.
Bir kez daha 20'ye kadar saydım evimizin küçük bahçesindeki beyaz güllerin yanındaki yeşil ağacın Kalın gövdesine dirseğimi yaslamış bir şekilde. Gözlerimi kapatmıyordum. Oyun bozanlık yapıyordum. Bu benim umurumda değildi. O nasıl olsa hızlı koşuyordu. Komando olacam deyip duruyordu. Olurdu da. Tazı gibi koşuyordu mübarek.
"Ve 20!" diye bağırdım saymam bittiğinde. "Nar desem çık, muz desem çıkma! Çileeeek!" diye bağırdım avazım çıktığım kadar bağırırken. Annem bahçedeki masada akşam yemeği için kesme tahtasında kırmızı biberleri doğrarken beni izleyerek gülmüştü.
"Ulaş nerede anne? Nereye saklandı?" diye fısıldadım oyun bozanlığıma devam ederek. Annem gülmemek için dudağının kenarını dişleyerek başını bilmiyorum anlamında salladı."Bilmem ki. Ara bul kızım," dedi.
Tüm bahçeyi didik didik aradım. Yoktu. Bulamadım. Nereye saklanmıştı yahu? Bahçenin ortasında korkuluk gibi dikilip sinirden kızarmış yüzümle ayağımı sertçe yere vurdum. "Neredesin ya! Bulamıyom seni! Hayır yani oyun bu. Kanatlanıp uzaylılarla gezegenlerin arkasına mı saklandın, ne?" Kollarımı kalbimin üzerinde kavuşturdum.
"Sobeeee!" Bir anda ağacın dalından fırlayıp Tazmanya canavarı gibi ağaca koşmaya bile gerek kalmadan ağaç gövdesine eliyle vurarak sobeledi Ulaş beni. Sayı saydığım ağacın tepesine mi saklanmıştı? Ruhum duymamıştı. 6 yıllık ömrümde düşünsem aklıma gelmezdi sayı sayılan ağacın tepesine saklanmak. Nasıl duymamıştım ki?
"Yaaaaaa anne hile yapıyor," diyerek mızmızlandım ayağımı yere sinirle vurarak. Çiçekli beyaz elbisemin eteğimdeki ponponlar sallanmıştı. Hoşuma gidiyordu. Elimin işaret parmağıyla anneme Ulaş'ı şikayet etmeye devam ettim. "Ağacın tepesine saklanmış. Sayı saydığım ağaca hem de! Bana ne, hile bu!"
Annem kesme tahtasında doğradığı kıpkırmızı biberleri doğramayı bitirmiş bir şekilde bizi izlerken mızmızlanmama karşı ne diyeceğini bilemedi. Ulaş başka tarafa da saklansa şikayet edeceğimi iyi biliyordu. Ama şikayet etmezdim ki ben. Akıllı ve uslu bir kızdım.
"Mızıkçılık yapma kızım. Ruhun duymadı ağaca çıkarken." dedi Ulaş yanıma gelirken. Boyu benden uzun olduğu için tepeden baktı bana. Bozulan suratıma bakarken gülerek saçlarımı karıştırdı. "Küsme. Bir daha ki sefere söz bilerek yenileceğim," dedi, beni yumuşatmaya çalışarak. Gamzeli bir çocukta olsa şu an gönlümü alamazdı. Küsmüştüm ben.
Omuzlarımı siktim. "Bana ne. Her seferinde sen kazanıyorsun Ulaş. Bıktım bana ne," dedim trip atarak.
Kahkaha atarken minik gamzeleri yanağında oluşmuştu. "Yenileceğim ve kaybedeceğim bir gün gelir merak etme. Ölsem bile söz gıkım çıkmayacak. Komando olacak çocuk sözü olsun sana Çicek kız," dedi. Ağzına hafifçe yapıştırdım bir anda.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRMIZI DÜŞ
Ficción GeneralMesih Yıldıran. Namı değer Şah; Sınırsız ve Yıkılış şehrinin sahibi. Herkesin korkudan titrediği, Polis'in aleyhine tek bir delil bulamadığı illagal bir dünyanın Şah'ı olan bir adam düşünün. Aşkı kırmızının en tutkulu tonu. Saplantısı ölümüne bir s...