Şaşkınlık dolu yüz ifadesi beni de şaşına uğratmıştı. Çünkü ben ona, onu rüyamda gördüğümü söylemiştim. Ayrıca ona sarılmıştım da. İkimizde bu sarılmayı beklemiyorduk. Bedenimi geriye çekerek lafı nasıl toparlayacağımı bilemezken, dudağımı tedirgince ısırdım. Yüzüme düşen kırmızı saçlarım bana rüyamı hatırlatırken ve içimi buz gibi ederken, panikle yüzüne baktım. Ne diyecektim şimdi?
"Şey yani. Şey..." Kem küm ederek bir cevap vermeyişime içimden kendime söverken kaşlarını yukarı doğru kaldırdı.
"Şey ne?" Bunu sorarken dudağı yılan derisinin çekilmesi gibi yana doğru kıvrılmıştı. Kem küm ederek konuşamamam onun hoşuna gitmişti.
Utançla yutkundum. Lafı nasıl toparlayacaktım bilmiyordum. Kucağımda birleştirdiğim ellerime giden bakışlarım onun yüzüne bakarken,, sadece ellerime bakarak neredeyse duyulmayacak bir tonda fısıldadım. "Çok garip bir rüyaydı. Boş ver," dedim.
Havalanmış kaşları gevşedi. Rüyamda ne gördüğümü ve bu yüzden ona sarılmamı merak ettiğini biliyordum fakat anlatmak istemeyişime karşı bozulduğunu da anlayabiliyordum. Ben anlatmak istemediğim için bana sormak isteyişine de görebiliyordum. Sormamak için kendini tutuyor gibiydi.
Yüzüme dümdüz bir ifadeden çok, şey başka bir anlamdaki baktı; gücenmiş gibi.
Başını isteksizce sallayıp yavaşça ayağa kalktı. Varlığıyla çöken yatak yokluğuyla hafiflerken üzerinin çıplak olduğunu fark ettim. Kaşlarım çatılırken İfadesiz tutmaya çalıştığı yüzüyle konuştu. "İyi. Sen bilirsin. Anlatma." Ses tonu da tıpkı yüzünün ifadesi gibiydi. Gücenmiş gibiydim Koskoca Mesih Yıldıran'ın bir çocuk gibi güceneğini bana deselerdi asla inanmazdım. Çünkü bu ona yakıştırdığım bir duygu değildi. İfadesizliğine alışmıştım.
Onun gibi bir adamın dünyasında ruhsuzluk dışında duygulara yer olmazdı. Güceneceği kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi.
Konuyu değiştirmek istercesine çıplak üstünü başımla işaret ederek, "gene cıbıldaksın. Galiba elbise denen şey icat edilirken sen taş devrinden geliyordun," dedim.
Bana dünyanın en boş bakışını attı ve pencere kenarına giderek, ellerini eşofmanının cebine koydu Aydınlanmış gökyüzüne baktı. Kapkara gözlerinin izlediği gökyüzünden benim bile yataktan görebileceğim büyük uçak geçti. Uçağın kulak tırmalayıcı sesine yüzümü buruştururken, onun gökyüzünde bir kuş gibi uçan uçağa belli belirsiz gülümsediğini gördüm.
Buna anlam verememiştim.
Ne için gülümsemişti?
Yutkunduğunu hareket eden adem elmasından görürken, gözleri kendi evinin bahçesinde gezindi fakat bu öylesine bir gezdiriş değildi. Başka bir anlam vardı gözlerinde. Uzaklaşan uçaktan gözlerini çekerek derin bir nefes verip korumalara doğru baktı. Gözlerindeki anlam veremediğim o bakış derinleşti. Bir şey vardı. Uçağa bakarken gözlerinde beliren ifadenin bir anlamı vardı.
Gözlerini pencereden çekerek yavaşça bana döndü. Bakışlarımı ondan hemen çektim. Onu izlediğimi düşünmesini istemiyordum. "Hazırlan sen. Kahvaltıdan sonra çıkıyoruz." dedi. Kapıya doğru yürürken ben arkasından şaşkınlıkla bakıyordum,' dedi.
Sesi, dik duruşu neden kırılmıştı? Öyle bir yürümüştü ki sanki dünya omuzlarına çökmüştü de, o dünyayı tüm omuzlarında taşıyarak kamburlaşmıştı. 5 aydır Sınırsız'a gelen ben ilk defa onun daima dimdik duran dik duruşunun bozukluğunu görmüştüm. Duruşunun diksizliği sesine de yansımıştı. Benimle kavga etse de, sinirliyken de, ya da başka bir halde konuşurken bile sesi kısık ve güçsüz çıkmazdı asla. Daima tok ve güçlü çıkardı fakat sesi şu an omuzlarının çöküşü gibi çökmüştü ve ben bunu bakışlarıyla bile insanları yıldıran bir adama asla yakıştırmamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRMIZI DÜŞ
Ficção GeralMesih Yıldıran. Namı değer Şah; Sınırsız ve Yıkılış şehrinin sahibi. Herkesin korkudan titrediği, Polis'in aleyhine tek bir delil bulamadığı illagal bir dünyanın Şah'ı olan bir adam düşünün. Aşkı kırmızının en tutkulu tonu. Saplantısı ölümüne bir s...