Zaman geriye alınabilseydi şüphesiz bir saniye bile durmam, zamanı geriye alırdım.
Ulaş'ın, bizim bahçeli, çiçekli evimize geldiği zamanlara dönerdim. Babamın Ulaş'la şakalaştığı, annemle benim sofrayı bahçeye kurduğumuz zamanlara dönmek isterdim.
"Bizim çiçek kız çok inatçıdır. Bak emin misin oğlum? Kız çok inatçı. Kızım diye demeyin temizlik takıntısı var. İlla her şey tertemiz olacak."
Babam bahçedeki masa grubunda Ulaş ile şakalaşıyordu. Her zaman ona takılır, benimle ilgili şakalar yapardı
Ulaş her seferinde ona, "olsun be, Erhan amca. Çok seviyorum onu." derdi. Babamın gözlerindeki sevinç ışıltısını artığını görürdüm. Kızının bu denli çok sevilmesine bir baba olarak çok mutlu oluyordu.
"Kızımı ailesinden sonra bir sen çok sev evladım."derdi. Yüzünde hep huzur dolu bir gülümseme vardı.
Beni, anne babamdan sonra hep en çok sevecek kişi Ulaş'tı. Ve bu böyle devam edecekti.
Aynadaki saçlarıma baktıkça babamın bu sözünün ne kadar doğru olduğunu görüyordum. Ulaş'tan çok beni kimse sevemezdi.
İçli bir nefes alarak ayağa kalktığımda iki kadın beğeniyle saçlarımı süzüyordu.
"Çok güzel oldu. Hatta öncekinden bile daha güzel oldu." dediler ağız birliğiyle.
Benim için en güzel saç tonum kırmızı değil, kumraldı. Üç ayın sonunda saçlarımı yine eski rengine döndürecektim. Kırmızıyı gerekirse hayatımdan çıkaracaktım. Gerekirse gökkuşağı gibi giyinir, tüm renlerin içinden kırmızıyı atardım.
Er ve ya geç benim sözüm olacaktı.
Kadınlar odadan çıkıp gittiğinde odada kendimle baş başa kaldım. Aynadan kendime bakıp bakıp durdum.
Belime inen saçlarım kırmızının en güzel tonuna sahipti. Bildiğimiz kırmızı değildi. Hem kızılımsı duruyordu hemde kan kırmızısı gibi duruyordu. Çok garip bir tondu. Ama kesinlikle onun istediği tondu.
Onun istediği renge sonunda boylamıştım.
Sıkıntılı bir nefes alarak yatağa geçip oturdum. Ne yapacağımı kara kara düşündüm. Bence en iyisi duş almaktı.
Görkemli banyoya girdiğimde inanılmaz bir zenginlik karşıladı beni. Resmen Elis ile kaldığımız evin büyüklüğünde bir banyo ile karşılaştım. Öylesine güzel ve büyüktü ki ihtişamlığı karşısında hayrete düştüm. Bu nasıl bir zenginlikti böyle?
Lüks fayanslar, lüks jakuzi, lüks küvet, onlarca çeşit ve farklı kokulu şampuanlar, duş jellleri, lonsyonlar ve daha çoğunu bilmediğim vücut bakımları vardı. Lüks banyonun içine ilerledim.
Hepsi de çilekliydi.
Benim en sevdiğim meyvenin çilek olduğunu nereden biliyordu?
Duşa kabine girerek kısa duş alarak çıktığımda üzerimdeki bornoza sarılarak giyinme odasına doğru ilerledim. Gardrobu açarak içine bir göz attım. Bir tane kısa kollu kırmızı t-shirt alarak üzerime geçirdim. Altıma siyah bir pijama şort giyerek odadan çıktım. Saçlarımı havlu ile kurularken aynadan kendime baktım.
Saçlarım kıpkırmızıydı. Kırmızının en güzel tonuna boyanmıştı. Saçlarımı tarayarak tepeden topuz yaptığımda aklıma birden bire bir gerçek düşmüştü. Bu süre dikkatlice olacak şekilde hızlıca odadan çıkıp, salona koştum. Allah'tan salondaydı bu sefer. Şöminenin önündeki tekli koltukta ayak ayak bir şekilde oturan Mesih'e ilerledim. Dalgın bir şekilde şöminedeki ateşi izliyordu. Mayıs ayında'da şömine yakanı da ilk defa görüyordum. Gerçi Cabriel Marquéz'de yaz ayında şömine yakıyordu. İkisi benziyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIRMIZI DÜŞ
General FictionMesih Yıldıran. Namı değer Şah; Sınırsız ve Yıkılış şehrinin sahibi. Herkesin korkudan titrediği, Polis'in aleyhine tek bir delil bulamadığı illagal bir dünyanın Şah'ı olan bir adam düşünün. Aşkı kırmızının en tutkulu tonu. Saplantısı ölümüne bir s...