Öyle uzun cümleler kurup merakta bırakmak istemiyorum sizi biliyorum çok beğendiğiniz bölümü. (Asla övmüyorum 🤭)
Keyifli okumalar canlarımm <3
BÖLÜM 6 | SÜRPRİZ VE İPUCU
"Ona bir sürpriz için buradasın küçük kız."
...
Tuğra'nın elini kolunu bağlayarak bagaja tıktım. Bagajın kapısını da kapatarak, birkaç adım arkamda olan Dağraya döndüm. Elimi ona doğru uzattım. "O zaman sonra görüşürüz. Teşekkürler." Dedim. O da elimi sıkmıştı. Eli bile güzel olur muydu bir insanın? Oluyormuş. "Önemi yok." Dedi buz gibi sesiyle.
Elini bırakmak istemesem de mecburen bırakmıştım. Arabaya bineceğim sırada bir ses duyuldu.
"Dağra!" Yalım evin önünden hızlı adımlarla buraya doğru geliyordu. Yanımıza ulaştığında elinde bir kağıt vardı. Dağra ile bakışarak anlaşıyorlardı sanki. "Saber..." dedi bir nefeste. Dağra elindeki kağıdı açtı. Ortalama uzunlukta bir yazı, ne olduğunu merak etmeye başlamıştım. Dağra okuduğunda sinirlendiği çok belliydi. Kırmızı görmüş boğa gibi ateş çıkan gözlerini bana çevirdi. Kızgın olmak yakışmıyordu...
Kağıdı bana uzattığında dikkatle elime aldım. Okumaya başladığımda ise kağıtta şunlar yazıyordu.
"Duydum ki, beni bulmaya çalışıyormuşsun. Dedim ki sana bir sürpriz ve ipucu bırakayım. İyi oku, 'Gel kendine!
Farkına var içinde akan zehrin. İyi dinle, akan nehrin sesini. Gör yanı başındaki yangını. Hisset ensende gezen nefesi, farkına var içindeki zehrin gücünü.' Ne olduğunu bulmak da senin işin. Hediyeni de gönderdim. Çöz ve beni bul."Okuduklarımdan bir anlam çıkarmaya çalışıyorum ama ne olduğu hakkında bir fikrim yoktu. Fakat sonunda geçen 'Lakin ensendeki nefesten yoktur haberin.' Cümlesi... Bir hain olabilir miydi aralarında? Peki ya sürpriz neydi?
"Sürpriz ne?" Diye Yalım'a sordum. Dağra da benim kadar merak ediyordu ama bilmece onun daha da ilgisini çekiyordu.
"Takip edin beni." Diyerek evin bahçesine girmişti Yalım. Dağra da beni kolumdan tutup peşinden sürüklüyordu. Kolumu elinden kurtarıp kendim yürümeye devam ettim. Evin arka bahçesinde bir yer daha vardı. Ev ev değil İngiltere Sarayı sanki. O yere de girdiğimizde, evin alt tarafı gibi burası da kan kokuyordu. Ya hâlâ bana gercek evini göstermedi ya da gercekten burada yaşıyor ve ne işi olursa burada hallediyordu. Bu kısmı geçerek, daha kansız bir yere geçtik. Burası az önceki yere göre biraz daha geniş bir alandı.
İçeride bir masa, masanın üzerinde projektör ve bilgisayar vardı. "Bunu izlemeniz gerekiyor." Dedi Yalım ve bilgisayarın başına geçti. Birkaç şeyden sonra projektörün ışığı yandi ve bir video açıldı.
Videonun başında bir kız elleri ve ayakları bağlanmış, hatta gözlerini de bağlı bir şekilde sandalyede oturuyordu. Çırpınıyordu ama nafileydi. "Bırakın beni! Kimsiniz siz?!" Dedi kız. Dağra pür dikkat kızı izliyordu. İzlerken de bir yandan ellerini sıkıyordu. Parmak boğumları bembeyazdı. "Ağabey'in beni bulmak için uğraşıyormuş. Ona bir sürpriz için buradasın küçük kız." Dedi başka bir ses. Bir kadına mi yoksa bir erkeğe mi ait olduğunu anlamak zordu. Konuşurken sesi robot gibi çıkıyordu.
"Ağabeyim mi? Kimden bahsediyorsun? Benim bir ağabeyim yok!" Diye söylendi bu sefer kız. Karşı taraftan bir gülüş yayıldı. Saber olabilir miydi bu kişi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TABLOLAR
Roman pour AdolescentsKüçükken annemin bana tekrarladığı sözleri söyleyeceğim. Bunu bilmesine imkân yok. Elimdeki silahı alnından çektiğimde bir şey söylememişti henüz. "Bonum fac, donec malus-" "Discedat de mundo." (𝘒ö𝘵ü𝘭ü𝘬 𝘥ü𝘯𝘺𝘢𝘥𝘢𝘯 𝘢𝘺𝘳ı𝘭ı𝘯𝘤𝘢𝘺𝘢 𝘬𝘢...