25. Bölüm

1.7K 69 2
                                    

Gün Ağarmadan

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Gün Ağarmadan.

25. Bölüm.

Küçüklüğümüzden bu yana her Allahın günü yere düşüp, yeniden tek başımıza ayağa kalkmaya başarabiliyorsak eğer bunu anne ve babamıza borçluyduk. Onlar daha biz küçücük bir bebekken bizi kucaklarına alırlar ve ayaklarımızın üzerinde kaşa bilmek için bizi yere bırakır, kollarını iki yana açarak onlara doğru yürümemiz için beklerler. Yere düşüp, dizlerimizin üzerinde kalıp anne ya da babamıza bakıp kalırmalarını beklesek de onlar bunu yapmanın yerine kollarını inatla iki yana açmaya devam eder, kendi kendimizi kaldırmalarını beklerlerdi. 

O zamanlar annemin ve babamın beni sevmediklerini ve yere düşüşümü izlemek için beni kucaklarına almadıklarını düşünsem de şimdi bu yaptıklarını daha iyi anlıyordum çünkü annem ve babam ben daha küçücük bir bebekken kucaklarından indirip, daha o yaşımda ilk adımımı attığım an düştüğümde kendi kendimi ayağa kaldırmamı ve yeniden, pes etmeden o küçücük adımları atmamı istiyorlardı. Ben daha evin her bir yerinde asılan fotoğraflardaki bebekken, yürüdüğümde yere düştüğümde kendi dizlerimin üzerine düştüğüm dizlerimin üzerinden yeniden düştüğüm gibi kalkmayı öğrenmiştim. Bu çoğu zaman canımı yaksa da ben sırf annem ve babamın kollarının arasına sığınıp, beni kucaklarına alsınlar diye düştüğüm gibi yeniden ayağa kalkıp o küçücük adımlarımı atmaktan vazgeçmemiştim. 

Ama şimdi o küçücük bebek değil, büyümüş olan bir kadın dizlerinin üzerine düşmüştü. 

Ben büyüdüğümde yine çok düşmüş olabilirdim ama annem ve babam sayesinde her zaman düştüğüm gibi yeniden ayağa kalkmayı öğrenmiş olsam da şimdi ayağa kalkacak gücü kendimde bulamıyordum. Acaba annem ve babam burada olup kollarını hemen önümde açsalar, gülümseyerek yapabileceğimi söyleseler... Ayağa kalkmaya başara bilir miydim? Belki de onlara aslında en azından şu an, burada ihtiyacım yoktu ama sadece birilerinin beni tutup, ayağa kaldırmalarını istiyordum. Bu istediğim bencillik miydi ya da bir kaçış yolu muydu? Hayır. Her ikisi de ne bencilik ne de bir kaçıştı çünkü eğer gerçekten bunları yapacak kadar kalkacak gücü kendimde bulamamış olsaydım muhtemelen bir korkak olarak adlandırılırdım. 

Kaçmak, korkakların işidir. Düştüğü gibi ayağa kalkanlar ise, güçlü kalanların işidir. 

Dizlerimin üzerine çökmüş, yerde yatan kişiye bakarken kulaklarımı işgal altına başaramayan sesler beni tanımadığım o kuyuya itmeye devam ediyordu. Kaç kez işaret parmağıma dokunan kalp atışlarını hissetmiştim... Bilmiyordum ama şimdi buz tutmuş işaret parmağımı kaldırıp hem kalbine hem de koluna vururken neden bir ses ya da parmağıma bir his gelmiyordu? Kalp atışlarım neden artık kafesinden fırlayacakmış gibi atmıyordu? 

Kalbim artık neden onunki gibi... Atmıyordu? 

Titreyen, buz tutmuş elimi kalbinden çekerek saçlarına doğru kaydırdığımda yutkunarak saçlarına dokundum. Başımı atmayan kalbinin üzerine yasladığımda kulağımı canımın yanmasını önemsemeden sol göğsüne bastırdım. Gözlerimden tek bir damla dâhi akmazken, o gözlerime baktıkça koyulaşan yeşiliklerim bile artık yanmıyordu. Canım çok yanıyorken ben, bunu göstermeyerek hissizleşiyordum. Kulaklarımı yeniden işgal altına alan sesler artık gürültüden değil, sessizlikten ibaretti. Siren sesleri git gide yaklaşırken bu siten sesleri, polislerin geleceğinin habercisiydi. 

GÜN AĞARMADAN Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin