"Yar, bana bakmasa da. Yar, benim olmasa da. Heyecan duymayı seviyor bu gönlüm, bir sonuç almasa da."
Saadet aylardır yalnız başına o evin o bodrumunda kalsa bile umudunu yitirmemişti hiç. Salih çıkacaktı, gelecekti, alacaktı onları bu cehennemden. Kurtaracaktı karısıyla oğlunu. Saadet elini karnında gezdirip içten içe kendini sakinleştirmek için olduğunu bildiği ninniyi söylemeye başladı. Akşın'dan haber çıkmamıştı. Belki de notu okuyup bilerek vermemişti. Neticede neden babasının katiline yardım etsin ki? Hayır, Saadet bu düşünceyi kovdu hemen aklından. Akşın öyle biri değildi. Akşın kimsenin kötülüğünü istemezdi ki.
Saadet sallanarak ninniyi söylerken karnına giren keskin acıyla istemsizce çığlık attı. Nefesi sıklaşırken korktu bir an. Şu an doğuramazdı. Hala bu adamların elindeyken olmaz. Mahsun ne demişti? Oğlansa alırız senden demişti. Saadet korkarken bu acılarını da arttırmıştı. Karnını tutup başını yastığa koydu ve sesini kesmek için yastığı ısırdı. Acısından ölse de burada doğurmayacaktı oğlunu. Onlara vermeyecekti.
Saadet'in bu saklanma planı uzun sürmemişti ama. Aşağıya indiklerinde onu buldukları gibi anlamışlardı doğuma girdiğini. Onu hastane götürürlerken Saadet inatla kendini kasıyor, doğurmamak için elinden geleni yapıyordu. Onu doğumhaneye aldıklarında doktor, hemşireler etrafında dönüp ona yardım etmeye çalışsa da Saadet ağlayarak başını iki yana sallamaktan bir şey yapamıyordu.
Her ne kadar doğurmamak için insan üstü bir güç gösterse de içindeki o annelik iç güdüsü onu hiç dinlememiş, bedenini ele geçirip bilinçsiz bir şekilde ıkınmasına, yavrusunu doğurmasına neden olmuştu. Saadet onca acı ve korkuya rağmen oğlunun doğduğunu hissedince başını yastığa koyup soluklandı. İçinde anlamsız bir huzur ve mutluluk vardı. Evet, doğumunu hiç böyle hayal etmemişti ama olsun. Neticede oğlu yanına gelmişti işte.
Saadet hafifçe doğrulup "Oğlum." dedi pürüzlü bir sesle. Hemşire ona ellerindeki bebekle bakarken maskenin gizlediği yüzü sadece gözlerini açık ediyordu. Saadet içten içe bildiği şeyi inkar edip sıklaşan nefesleri arasında konuşmaya çalıştı. "Oğlum, bana oğlumu versenize." dedi. "Onlar almadan yavrumu verin lütfen."
Hemşire başını öne eğince Saadet ilk defa odadaki büyük sessizliğin bilincine vardı. Ağlamıyordu. Bebekler doğunca ağlardı ama. Onun oğlu neden ağlamıyordu? Saadet iyice doğrulup ebenin kucağındaki oğluna baktı. Duruyordu öylece. Üstünde kan ve rahim sıvısı vardı. Hiçbir tepki göstermeden duruyordu. Saadet başını iki yana sallayıp "Hayır. Hayır hayır, n'olursun. Ver oğlumu bana." dedi ona uzanıp.
Hemşire sorarcasına hocasına bakınca adam başını salladı yenilmiş bir şekilde. Hemşire bebeği Saadet'in koynuna koyunca Saadet daha şiddetli ağlamaya başladı. Kollarında oyuncak bir bebek gibi duran onun oğluydu. Hayaller kurduğu oğlu, yaşadığı duruma dayanabilmesinin tek sebebi olan oğlu...
Yeni doğan bir bebeğin ağlamalarının doldurması gereken odayı bir annenin acı çığlıkları sararken hemşireler kadından bebeğini almak için ilerlediler. Saadet oğluna daha sıkı tutunup kokusunu içine çekerken ağlamaya devam etti.
Saadet ne zaman oğlu ondan alınmıştı, ne zaman dinlenmesi için bir odaya alınmıştı farkında değildi. Başını yastığa koymuş boş boş bakıyordu sadece. Oğlunun cansız bedenini kollarında tutup hafif saçlanmış başını ölmenin nasıl olduğunu hatırlıyordu. Ölmek istiyordu. Belki Mahsun'u yeterince sinir ederse onu öldürürdü. Ne güzel olurdu ama.
Bebek arabasını süren biri odasına girince bile umrunda olmamıştı Saadet'in. Adam "Şişt, bak bana. Hadi. Yeter bu kadar dinlenme. Al, tut şunu." deyince Saadet başını kaldırdı. Çeto'ydu konuşan. Saadet "Benden daha ne istiyorsunuz?" dedi yorgunca. "Yaşadıklarım yetmedi mi?" Çeto bir an vazgeçecek gibi olsa da yolundan dönmeyip "Senden bana ne hemşire. Al şunu." dedi ve bebek arabasını önüne getirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çalınan Dans
FanfictionYamaç sızlanıp "Nehiiiiiiiiiir." dedi. Nehir kulağını tutup "Bağırmasana be!" dedi. "Gene ne oldu?" Yamaç gözlerini tam açamayarak "Nehir ben bugün mezun oldum." dedi sarhoş sesiyle. Nehir başını sallayıp "Biliyorum salak, o yüzden çıktık ölene kada...