1.5 // Sahte Umutlar

317 22 7
                                    

"Bir daha mı tövbe, aşık olamam. Bir daha mı tövbe, hayal kuramam."




Salih'in nefesi kendine yetmiyordu o an. Fındık silahını Saadet'in şakağına dayamış ona sert sert bakarken Salih'in silahı tutan eli titredi. Saadet ağlıyordu. Salih ona bakıp hemen kararını verdi ve hafifçe eğilerek silahını yere bıraktı. Bir mucize diledi içinden. Karısını o adamın elinden alacak bir mucize diledi.

İşte o sıra bir silah sesi duymuştu. Refleks olarak başını kaldırdığında Fındık'ın yere düştüğünü gördü. Hemen koşup Saadet'e sarılınca arkadaki Selim'i fark etmişti. Ona gülümsedi ve Saadet'i son bir kez sıkıp saçlarını öptükten sonra ondan ayrılıp omuzlarını tutarak "Sadiş, Sadiş bana bak. Oğlan, oğlan nerede? Nereye götürdüklerini duydun mu, gördün mü?" dedi sakin olmaya çalışıp. Zaten korkan karısını daha da korkutmak istemiyordu.

Saadet daha da şiddetli ağlamaya başlayınca Salih Selim'e baktı. Onun bakışlarını anlayan Selim oğlanı aramak için gitmişti hemen. Salih elinden geldiğince Saadet'i sakinleştirip yine sordu. Kadın titrek bir nefes verip "Salih. O-Oğlumuz... o yok, o... öld-" deyip yine ağlamaya başlarken Salih anlamıştı anlayacağını. Saadetsin ağlayan yüzüne bakıp nazikçe kollarının arasına aldı onu gene. Sırtını sıvazlarken "Na-Nasıl? Ne zaman, onlar..." diye bir şeyler mırıldandı.

Saadet gözlerini kapatıp "Salih... Oğlumuz doğduğunda ölüydü zaten." dedi. "O hiç yoktu." Salih içinde bir şeyin kopup bir daha gelmemek üzere gittiğini hissetti. Yüreği ağırlaşmış, ruhu seyrelmişti sanki. Saadet'in yaşadığını öğrendiğinden beri tutunduğu umudu yalandı yani. Babasının bahsettiği o ormanı yeniden yeşertecek tohum toprağa hiç düşmemişti, o yağmur hiç yağmamıştı, umut hiç var olmamıştı.

Dolduğunu bile fark etmediği gözlerinden yaşlar ince ince süzülürken Yamaç Salih'e seslenerek yanlarına geliyordu. Salih onu fark edince hemen elini kaldırıp durdurdu onu. Başını iki yana salladı. Yamaç durmuştu hemen. Sorarcasına ona bakarken Salih gözlerini kaçırdı. Konuşası yoktu. Daha kendini ikna edemediği olayı başkalarına açıklayamazdı zaten. Yamaç yavaş yavaş geri çekilirken Salih burnunu kadının saçlarına gömdü. Özür diledi.

***

Saadet eve girerken arkasına dönüp bir daha Salih'e baktı. Adamın bomboş, duygu barındırmayan yorgun gözleri onunkilerle buluşunca biraz ışıldamıştı o kadar. Sonra yine eski haline, hatta belki daha da sertleşmiş şekline geri döndü. Saadet koluna giren Sena'ya uyup eve girdikten sonra Salih başını öne düşürdü. Derin derin nefesler alırken koluna biri dokunmuştu.

Salih başını kaldırınca babasını gördü. İdris onu tutup "Gel sen benle." dedi. Salih babasının peşine düşerken içini bir korku sarmıştı. Babası ona ne kadar kızsa hakkıydı. Evin bahçesinin kuytu bir yerine vardıklarında Salih her şeyi bekliyordu. Ama babasının ona sıkıca sarılmasını değil. Salih sanki o anı bekliyormuş gibi yıkılmıştı babasının kollarında. Hıçkıra hıçkıra ağlarken İdris onun saçlarını okşayıp öptü.

Salih kendini küçük bir çocuk gibi hissedip ağlamaya devam ederken İdris "Ah be Salih, ah be oğlum." diyordu. Onun da gözleri dolmuştu. Kahraman'ın henüz öldüğü günlerde Vartolu'nun da başına en az bunun kadar kötü bir şey gelmesi için kim bilir kaç kez dua etmişti. Ama şimdi o da evladını kaybetmişken İdris'in hissettiği tek şey acıydı. Yüreğini kor gibi yakan bir acı...

Salih bir süre sonra ağlaması durulunca burnunu çekip babasından ayrıldı ve "B-Baba. İzninle ben gideyim." dedi. Babası kaşlarını çatıp "Nereye oğlum? Bak karın da evde, onun yanında dur. O da mahvolmuş." dedi. Salih başını salladı. "Evet, evet biliyorum. Ama şimdi gitmeliyim. Bu gece benim gitmem lazım." İdris oğlunun gözündeki şeyi görünce anlamıştı neden gideceğini.

Çalınan DansHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin