Büyük lokma ye, büyük konuşma demiş atalarımız. Boşuna dememişler vallahi.
Dorukhan Toköz, tam karşımda imzalanmış kitapları ile bana bakarken derin bir nefes verip yüzüme sahte bir gülücük kondurmuştum. Aşırı gergin hissediyordum. Bayılsam yeriydi cidden.
"Ay, senin ne işin var burada?" dedim.
Aferin salak Çiçek. İmza gününde adamın burada ne işi olabilir ki?
Gülümsedi, bir süre yüzümü inceledi. O gün olduğu gibi...
" baktım ki, bizim trabzonlu kız kitap çıkarmış. Hemen sipariş ettim. Yetmedi, kendisi ile tekrardan tanışmak için Trabzona transfer oldum. Söylemeden geçemeyeceğim, Hina'yı öldürdürmemeliydin. "
Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. Arkama yaslanıp yüzünden gülümsemeyi düşürmeyen Dorukhan'a baktım. Söyleyecek bir şeyler arıyordum, ancak bulmakta yemin olsun ki o kadar zorlanıyordum ki...
Arka taraflardan gelen bıkkın seslerle birlikte öne doğru eğildim ve derin bir nefes aldım.
"Çok incesin, çok teşekkür ederim. Ancak o insanlar sabahtan beri bekliyor. Süren doldu. Söyleyecek başka bir şeyin yoksa...geldiğin için ve o gün beni teselli edip yanımda beklediğin için çok çok teşekkür ederim."
Eee abicim git artık sende.
Omuz silkti ve cebinden çıkardığı not defterini bana uzattı.
"Bana ne abi? Bende sabahtan beri sıradayım. Hem bak, şu Kırık Kalpler standındaki sarı başörtülü kız seninle tam bir saat konuştu. Bir şey dedik mi?" Parmağıyla az ötedeki okurumu gösterirken kıkırdamamak için dudaklarımı birbirine bastırmıştım.
Yalan yok, kızın sohbeti beni bile biraz baymıştı ama Eugene'nin ne kadar güçlü bir karakter olduğunu bana anlatmak için bunca zaman beklemişe benziyordu.
Ayrıca, normal bir insan gibi sıraya girip beklemesi biraz hoşuma gitmişti. Ne de olsa, o da ünlüydü. Hele ki Trabzon'da...
İmza gününe gelen on kişiden dokuzu Trabzon forması giyiyordu. Şapkasını çıkarıp maskesini indirse akşama kadar insanların sırasını alabilirdi.Ya da beni yerimden edip yerime imza verebilirdi. İkincisinin olacağından adım gibi emindim.
"Tamam bak o sizi bekletmiş sen diğerlerini bekletme. Küfür mü yemek istiyorsun?" Önüme koyduğu deftere baktım. "Bu ne hem? Kitaba imza attım ya?"
Maskesini hafifçe yüzüne çekip arkasına baktı, ardından tekrar bana doğru dönüp defteri işaret edip kenara bıraktığım kalemimi elime tutuşturdu.
"Numaranızı yazın yazar hanım. Bir daha sizi görmek için bir imza gününü ya da varoluşsal acılar çektiğiniz bir geceyi bekleyemem. Sizi bunaltmak için taa nerelerden geldim ben."
Ardından omuz silkti, "Bir de şampiyon olmak için. Aslında sen ikinci plandaydın. Ama senin iş şampiyonluktan daha önce olunca ilk sana geldim." Ardından kapşonunun üstünden başını kaşıdı. O an, 'nerelerden geldin?' diye sormamak için kendimi zor tuttum.
Arkadan gelen sesler beni biraz daha gererken elimdeki kalemi sıktım. Ben şu an ne yapıyordum? Korktuğum başıma gelmişti. Ancak bir an düşününce yaptığımın ya da yaptığının kötü bir şey olmadığına karar verip numaramı not defterine yazıp altına da, 'şampiyon olamazsak seni dong mae'yi öldürdüğüm gibi öldürürüm ha.' diye not düşmüş, defteri sahibine uzatmıştım.
Defteri açıp inceledi, okuduğu şeyle birlikte kaşları havaya kalkarken gülmeden edemedim. Tatlı gözüküyordu.
"Bunu göz önünde bulundurarak şampiyonluğu ilan ettiğimiz maçta gol atacağım yazar hanım. İçimden kılıcın geçmesini istemem. Şimdi, gideyim. Sana söylemek istediğim birkaç şey daha var ancak bunları akşam mesaj olarak atarım. Bir de şey soracağım sana. Hamsi kuşu yapabiliyor musun?"
Sorduğu son soru ile gerçekten atabileceğim en büyük kahkahayı atmıştım. Manyak herif, nereden duymuştu hamsi kuşunu? Dahaca çoğu Trabzonlu bile bilmezken Eskişehirli biri tarafından bana yöneltilen bu soru epeyce komiğime gitmişti.
Başımı olumlu anlamda sallarken gülüşümü bastırmaya çalışıyordum. Ama pek işe yaradığı söylenemezdi.
"Ya, Abdüş geçen geldi. Yok abi böyle güzel, şöyle güzel. Herkes yemeli falan filan. Dedim yap getir kardeşim. Yok dedi, onu en iyi akçaabatlılar yapıyor. O ara kafama sen dank ettin. Kızım o değil nasıl kazındın la sen benim kafama ya?"
'la' demesine mi patlasam, aklından çıkmayışına mı bayılsam diye düşünmeye başlarken Dorukhan'ın çimdiklenmesi ile düşüncelerimi yarıda kesmiştim.
Tepki vermeden önce maskesini allahtan tüm yüzünü kaplayacak şekilde çekmişti.
"Yeter da gardeşim. Bırak da azıcık bizde sohbet edelim aşkım yazarcığımla. Sal da habı kızı."
Aslan okurum benim be! Akçaabatlı galiba.
Dorukhan anlık yaşadığı kültür şoklanması ile neye uğradığını şaşırırken gülümseyerek ayağa kalktım ve ayarlı (bakın asla atarlı değil, ayarlı.) okuruma sıkıca sarılıp Dorukhan'a gitmesi için kaş göz işareti yaptım.
Dorukhan Toközcüğüm, başını yenilgi ile sallayıp kitapları ve defterine sıkıca sarılarak avm'yi terk ederken aklıma düşen tek şey hamsi kuşuydu.
Canım öyle çekmişti ki, imza günü biter bitmez eve giderken anneme yapması için yalvarmaya başlayacaktım.
Ulan Dorukhan, Ulan Dorukhan. Hiç yok yere kilo aldıracaksın şimdi bana. Neyse, hamsi kuşuna giden her yol mübah nasıl olsa.
Ay öyle çekti canım ki.
Bilmeyenler için, Hamsi kuşu Trabzona özel olan mücver benzeri ancak içinde tuzlu hamsi ve maya bulunan bir çeşit Karadeniz yemeği. Ben kişisel olarak kendisini çok severim. Eğer ben seversem Çiçekte sever otomatik olarak ahshshaha.
Sizi seviyorum, Vote ve yorumlarınızı bekliyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
shine your star, dorukhan toköz
Fanfiction- tamamlandı. Bir gece yoldan geçerken kaldırım kenarında ağlarken gördüğü genç kıza yardım etmek için arabasını durduran Dorukhan Toköz, kaderini kendi elleriyle yazdığından habersizdi. Hiç ummadığı bir anda hayatının aşkını ilk defa gördüğünden h...