bölüm otuz altı; " Çiçek...Derin düşüncelere daldı."

845 57 29
                                    

Dorukhan Toköz ile ilişki yaşamak peri masalını andıran bir hikaye gibiydi.

Peri masalı kadar olağanüstü olsa da bir hikaye kadar olması muhtemeldi.

Ancak bizim masalımızda kötü bir cadı, yakışıklı bir prens ve güzeller güzeli bir prenses yoktu.

Bizim parlayacak bir yıldızımız vardı. Dorukhan vardı, ben vardım. Biz vardık.

Dorukhan ile ilk karşılaşmamın üstünden neredeyse dört yıl geçecek. Yirmi bir yaşında genç, toy bir kızken yaptığım düşüncesiz hareketlerin yirmi dört yaşındaki olgun kıza bir hediyesi miydi? Belki de hayatın bana verdiği ilk ve son hediyeydi.

Eskişehirde son akşamımızdı bu akşam.

İki saat sonra Dorukhan'ın yoğun isteği üzerine bir günlüğüne İstanbula gidecektik. Aslında, sadece 2 saatliğine bir dostunu görüp sabah beş uçağı ile Trabzona dönecektik.

Lig haftaya yeniden başlayacaktı, Doeukhan tekrar yoğun olacaktı. Ancak yine de akşam olduğunda yanımda olacaktı. Ben de o yokken kitabımın son dokunuşlarını halledip kitabevine teslim edecektim.

Ve benim için de tekrardan yeni bir sezon açılacaktı. Tekrar okurlarımın arasına dönecek olmanın heyecanı beni sarmışken diğer yanda da Dorukhan ile ilgili gelecek olan sorulara hazırlık yapmalıydım.

"Çiçek...Derin düşüncelere daldı..."

Dorukhan'ın elinin önümde salladığını fark ettiğimde irkilerek kendimi hafifçe geriye atmıştım.

"Dalmış kızcağız, ne diye korkutursun ki?"

Serap hanımın hüzün dolu sesi kulaklarıma doluşurken tebessüm edip oturduğum yersen kalkıp yanına ilerlemiş ve yanındaki boş yere oturarak kollarımı vücuduna dolaşmıştım.

Beş gündür eskişehirdeydim ve beş günde Serap hanıma o kadar alışmıştım ki, bir ara yanlışlıkla, -bakın yemin olsun yanlışlıkla- kadına 'anne.' diye seslenmiştim. O an gözlerinin içi öyle güzel parlamıştı ki, her dakika anne demem için gözlerimin içine bakar olmuştu.

Tabii bu beş günde, Dorukhan bey annesine daha çok ilgi gösterdiğim için bana bir gün boyunca trip atmış ve benimle takılmak yerine abisi ve babasıyla birlikte babasının işlettiği büfeye gitmişti.

Biz de Serap hanı- pardon Serap Anne ile günümüzü gün etmiştik.

Önce, annemle tanışmak istediğini söyleyip annemi görüntülü aratmıştı. İnanır mısınız, annemi ilk defa biri ile bu kadar iyi anlaştığını görmüştüm. Bu kişinin erkek arkadaşımın annesi olması biraz fazla ironik olsa da ikisinin iyi anlaşmasına fazlasıyla sevinmiştim.

Birinin artık bir kızı vardı, diğerinin ise oğlu. Belki de bu yüzden çok sevmişlerdi birbirlerini.

Neredeyse iki saatlik süren görüntülü sohbetin sonunda ikili, bir gün birlikte Türk kahvesi içmek için sözleşmişti.

Ondan sonra evde yapacak bir şey bulamamış ve kendimizi dışarı atmıştık. Söylemeden geçemeyeceğim, Dorukhan Toköz ne kadar berbat bir rehber ise, Serap Toköz hayatımda gördüğüm en harika rehberdi.

Birlikte birkaç müzeyi gezdikten sonra evden getirdiğimiz sandivnçler ile Kentpark'ta oturmuş ve manzaraya karşı sohbet etmiştik.

Serap teyze geçmişinden bahsederken ara sıra Dorukhan'ın ne kadar yaramaz bir çocukluk yaşadığından bahsediyordu. Hatta, o kadar ailesinden ilgi bekliyormuş ki, bir gün gardolabın üstüne çıkıp uçacağım ayağına gardolaptan anlayıp yere düşmüş, kimse onu sallamayınca ailesinin yanına gidip, 'ben dolabın üstünden düştüm.' diyip tekrar düştüğü yere yatmış.

shine your star, dorukhan toközHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin