bölüm on altı; " babanın en akıllı uşağı sen miydin?"

1.2K 77 60
                                    

Hayatım boyunca hep, yazar olduğum zaman hayatımın gerçekten güzel olacağına inanırdım.

Üniversiteye gittiğimde gerçekten düzenli ve mutlu bir hayat yaşayıp, kitabımın imza günlerine koşacağım günlerin gelmesini iple çekerdim. Çünkü, bütün bunların bana gerçek mutluluğu vereceğine inanırdım.

Çok şükür, ailem olsun, olmayan(?) arkadaş çevrem olsun her zaman beni desteklenmişti. Mutlu olmam için çaba sarf etmişlerdi ancak ben, hiçbir zaman gerçek anlamda mutlu olmamıştım.

Ben gerçek sevgiyi ailem dışında bulamamıştım.

Hani derler ya, bazı şeyleri aramanıza gerek yok. O zaten sizi gereken yerde bulur diye. Gerçekten de öyleydi.

Yoksa kim diyebilirdi ki, varoluşsal sancılar çektiğim bir gece mutluluğum ayağıma geleceğini?

Tamam, belki hayatımda ilk defa böyle hissettiğim için böyle derin duygulara kapılıyordum. Ancak dostlarım...unutmayın ki ben bir yazarım ve hayal kurmak, düşünmek ve okumak benim işim. Yani demem o ki, mutluluğun ne olduğunu teorik olarak biliyordum. Ancak hissiyatını tam karşımda, ganita sahilinin ilk geldiği güne nazaran çok daha iyi bir hal aldığı için belediye başkanına övgü yağdıran adamda bulmuştum.

Sanki kırk yıldır trabzonluydu mübarek. Öyle de konuşuyordu ki.

Dorukhan son antrenman sonrası çıkıp ikimize yemek yaptırdıktan sonra yanıma gelmişti. Deniz manzarasına karşılık yemek yiyorduk. Dorukhan ile Ganita'da el ele oturmak garip gelmişti ilk başlarda. Ne de olsa parası vardı. Yani, lükse pek meraklı değildi sanırım. Ya da bana göstermiyordu.

Beş yıldızlı bir otelin restorantında kırmızı elbisemle çıkma teklifi almamıştım. Onun yerine, pırasa'da üstüm başım çamur içindeyken ve deli gibi mangal kokarken almıştım teklifimi.

Vakit geçirmek için beni bulunduğum yerden almayı teklif ediyordu ancak ben ortada buluşmayı istiyordum. Ne de olsa çoğu normal çift ilişkilerini bu şekilde yürütüyordu. Parayla pulla değil. Sevgi ve şefkatle.

Ganita, 15-16 yaşlarındaki ergenlerin first date alanıydı. Küçük arizona kertenkelelerin toplanma alanıydı eskiden. Ancak şimdi restorasyon çalışmalarından sonra oldukça ferah bir hale gelmişti. En azından Dorukhan'a göre MÜKEMMEL olmuştu.

Yavrucak hangi zamanda gördüyse.

Dorukhan'ın kafasında şapka vardı, ne olur ne olmaz diye maske de takıyordu ancak maskeyi yarıya kadar indirmişti deniz havası almak için. Aslında o, benim kokuma doymak için açtığını savunuyordu. Şapşal işte. Düşeceğimi sanıyordu.

Ki gerçekten söylediğine düşmüştüm.

"Uğurcanlar akşam bizi yemeğe çağırıyor. Gidelim mi?"

Başımı omuzundan kaldırıp bir süre gözlerine baktım. Kararı tamamen bana bırakmış gibiydi. Ancak içten içe beni ortamına sokma isteğini görebiliyordum. Başımı olumlu anlamda sallamıştım.

"Olur gidelim. Ay ama Doruk. Ya ayak uyduramazsam?"

Kaşlarım hafifçe çatılıp dudaklarım bükülürken Dorukhan ufak bir kahkaha atıp saçlarımın arasına kokulu öpücükler bırakmıştı.

"Çiçek, senin bu dünyada ayak uyduramayacağın tek bir ortam bile yok. Hem, Kübra seni bekliyor. Biz bize olacağız merak etme. Belki fındıkla Beratta gelir. Rahatsız olursan konuşmazsın zaten. Biliyorum ben seni."

Haklıydı, sevmediğim ortamda çıktım çıkmazken sevdiğim ortamda ağzım durmazdı. Ne kadar yeni tanışıp eski tanıştığımız fark etmeksizin.

shine your star, dorukhan toközHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin