"Dorukhan ama, ne bileyim kayıp düşeceksin!?"
Yaşadığımız ufak(?) duygu dolu dakikalar, Dorukhan'ın önümde kasa üstü yere düşmesiyle son bulmuştu.
İlk başta, ağzından birkaç küfür kaçırsa da yanında benim olduğumu hatırlayıp susmuş, kalkmaya çalıştığı sırada tekrar geri düşmüştü.
O sırada ben ne yapıyordum?
Katıla katıla gülüyordum.
En sonunda Dorukhan, gülmeme dayanamayıp kolumdan çekerek beni de yere, sert olmayacak şekilde düşürdüğünde iki aptal, çamurlanmış yolun ortasında öylece oturuyorduk.
"Sen şimdi, beni kabul mü ettin?"
Söylediğim şeyin etkisinden çıkamadığı belli ve barizdi. Açıkçası, bende çok etkisinden çıkamamıştım ama...onun kadar da salaklanmamıştım.
"Hee, etmeyeyim mi?"
Yağmur yavaş yavaş azalırken yerini taze toprak kokusu sarmaya başlamıştı. Dorukhan içindeki çocuksu heyecan ve gözlerindeki ışıltı ile başını sallayıp beni kendine çektiğinde gülmeden edemedim. Hala inanamıyordum. Üç yıl önce, kitap karakterim yüzünden dizinde ağladığım yabancının koynunda, üç yıl sonra kız arkadaşı olarak oturuyordum.
"Hayat çok garip Nefesim. Sen beni yol ortasında bırakıp gittiğinde, ilk başta Magazine belki malzeme verirsin diye düşünüp tüm magazin programlarını takip ettim, tüm sosyal medyaları süzgeçten geçirdim. Senden ses seda bulmak için. "
Toprak kokusunu derin derin içine çekip başımı göğüsüne yasladı.
"Sonra, 2 Ay sonra ortalıkta bir hengame çıktı. Tüm ülke tek bir kitabı konuşmaya başladı. Oğuzhan'ı tanıyor musun bilmiyorum. Özyakup. Bir akşam oturuyoruz. O kitap okuyor. Kitabın adı 'Bay Günışığını.' yazar kısmında Çiçek Nefes Taşkın yazıyor. İsmini biliyordum. Ancak en başta sadece tek ismin olduğunu düşünmüştüm. Durup dururken "Ulan Dong Mae. Ne çektin şu kızdan." diye hayıflanfığında düştü bütün jetonlarım. Necip abiye senden bahsetmiştim. Ama yazar olduğunu söylememiştim. Çaktırmadan kitabı arattığımda fotoğrafın önüme düştü Çiçek. Sana yemin olsun nefesim kesildi."
Saçlarımı okşamaya devam ederken en sonunda dayanamayıp ayağa kalktı. Elimden tutup beni de kaldırdığında çoktan her yanımız çamur olmuştu. Umursamadan elimi sıkı sıkı tuttu.
Anlattıklarını şaşkınlıkla dinliyordum. O gün ona zaten Magazine ya da başka bir şeye malzeme vermeyeceğimi söylemiştim. Hadi onu geçtim, kitabım gerçekten yayınladığı dönem büyük yankı uyandırmıştı. Dong Mae'yi hatırlamasını beklemiyordum.
Elimi tuttuğunda, onun gibi sıkı sıkıya elini tuttum. Hava mis gibiydi, ortalık yemyeşil. Yanımda da her ince hareketiyle beni özel hissettiren Toközcüğüm. Keyfime gerçekten diyecek tek kelime yoktu.
Bir süre bana baktı, sessizce onu dinlediğimi ve devam etmesini beklediğimi fark edince boğazını temizledi ve devam etti.
"Ondan sonra, ne zaman İstanbul'a imza gününe ya da bir söyleşiye gelsen seni ziyaret ettim. Bir ara Eskişehir'e de geldin. Seni görebileceğim her yere geldim ben Çiçek. 3 yıl boyunca nasıl büyüdüğünü ve değiştiğini gördüm. Ancak bana hep aynı kalmıştın sanki. Seni ne zaman görsem o akşam bana sinirle bakıp şivesiyle dünyamı değiştiren kızı gördüm. Beşiktaştayken gelmek istedim sana. Ama sonra aramıza mesafeler girerse sana bu kadar yakın olmayacağımı düşündüm. Ben seni yeterince özlemiştim zaten. Sonra Abdullah hocam aradı. Gelmemi istedi. Avrupaya gitmeyi düşünürken bir anda kendimi Trabzon'da buldum. Geldiğim akşam Uğurcanla oturduk, gecelere kadar bu konuyu konuştuk. İstersen git konuş dedi. Seni nerede göreceğimi düşünürken imza günün aklıma geldi. O gün gerçekten başka yerimden nefes aldım Çiçek. Ama yüzündeki şaşkınlığı görmeye değerdi."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
shine your star, dorukhan toköz
Fanfiction- tamamlandı. Bir gece yoldan geçerken kaldırım kenarında ağlarken gördüğü genç kıza yardım etmek için arabasını durduran Dorukhan Toköz, kaderini kendi elleriyle yazdığından habersizdi. Hiç ummadığı bir anda hayatının aşkını ilk defa gördüğünden h...