Elimle yüzümü örterek kıkır kıkır gülmeye başlamamın tek bir mânâsı olabilirdi; Bütün bu olanlar sinirlerimi bozmuştu. Ya gülecektim ya da çığlık atacaktım. Tabii ki ben beni en ruh hastası gibi gösterecek olanı tercih etmiştim. Ama aslında kıkırdamamın tek sebebi, ne tepkilerime ne de düşüncelerime engel olabiliyor olmamdı. Bana göre tüm bunlar çok gülünçtü. Ve acayip. Ama daha çok, acayip.
"Bu bir şaka olmalı." diye sızlanarak dişlerimi birbirine bastırdım.
Taş -Gerçi ben ona 'Bir çanta dolusu keş için araklamam gereken şey' demeyi tercih ediyordum- gitmişti, kelimenin tam anlamıyla toz duman olmuştu. Bunun neden olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu ve daha önce çalmak istediğim bir şeyi elimden kaçırdığım olmamıştı hiç. Sanırım biraz gururum incinmişti. Bir an Patrick'e 'İşte, istediğin taş.' diyerek toz tanelerini toplayıp götürmeyi düşündüm. Herifi pek tanıdığım söylenemezdi ama öyle bir şey yapmayı denersem eğer 'Benimle kafa buluyorsun herhalde?' diyerek ayaklarıma çimento banyosu yaptıracağından emindim. Bu mafya klişesi karşısında gülüşüm daha da yükseldiğinde sert bir homurdanma onu bastırdı. Kime ait olduğunu anlamak için dönüp bakmama gerek yoktu. Bu kahrolası tapınağın içinde sadece Tony, asırlık bir ceset ve ben vardık. Homurdanan ben ya da asırlık ceset olamayacağına göre Tony olmalıydı.
"Gülüyor musun? Böyle bir durumda gülüyor musun?"
Yerden kalkmadan, bacaklarımı önümde çaprazlayarak Emma'nın dediği gibi toz ve kir içinde kalan ayakkabılarıma baktım. "Nasıl olsa kaybedecek bir şeyim yok." diye omuzlarımı silktim.
"Kaybedecek bir şeyin yok mu? Az önce bir tarihi eseri parçaladın! Bunun maddi ve manevi değeri hakkında herhangi bir fikrin var mı?"
"Böyle dediğine göre herhalde bir hayli fazladır."
"Çok, çok fazla!"
Ona baygın bir bakış attım. Hafif kısılmış gözlerimle ve kıvrımlı dudaklarımla, "Kim takar?" dediğimde Tony'nin yüz ifadesi bir kere daha kıkırdamama neden oldu çünkü yemin ederim, çocuk delinin teki olduğumu düşünüyordu. Belki de öyleydim. Bende kendimden şüphe etmeye başlamıştım.
"Sen delinin tekisin." dedi bana inanamayarak. "Nasıl olur da buna cesaret edebilirsin, aklım almıyor."
"Tanrım," dedim ve zonklamasını durdurmak için gözlerimi yumarak şakaklarımı ovdum. "Ne çok söyleniyorsun sen öyle. Sus da bir dakika başımı dinleyeyim."
"Oh, merak etme. Hapisteyken başını dinlemek için bolca zamanın olacaktır."
'Hapis' derken beni tehdit mi ediyordu yoksa korkularını dile mi getiriyordu anlamadım.
"O çeneni kapalı tutabilirsen kimse hapse girmez, tamam mı? Sakin ol. Gereksiz yere panik yapıyorsun."
Tony adeta hırladı ve tapınağın içinde volta atarken elleriyle havayı avuçladı. Daha çok üzerime atlayıp beni boğazlamak ister gibi görünüyordu. Gözleri çakmak çakmaktı ve yanakları öfkeden olgun bir elma gibi kıpkırmızı kesilmişti. Daha birkaç dakika önce beni öpmek istediğini düşünürsek, herhalde evrendeki en hızlı duygu geçişi budur.
"Peki, şimdi ne olacak?" diye çıkıştı, bir süre sonra. Hem gerçekten fikrimi soruyor hem de beni azarlıyordu. "Asırlık bir mezarı parçaladığına değdi mi bari?"
"Cidden. Sonsuza kadar söylenecek misin sen?"
"Mümkün olsa, onu da yapardım."
İsyan ederek inledim. "Git başımdan!"
Ama Tony öyle biri değildi. Ben öyle dedim diye öfkesine yenik düşüp beni burada bırakmazdı. Ben olsam yapardım. Bu yüzden az önce beni öpmesine izin vermemiştim işte.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mumya Kalbi: Atmayan Kalpler Serisi (2)
Teen FictionACIMASIZ VE GÜZEL... Sadece nefesinizi kesmekle kalmayacak, aynı zamanda sizi sonuna kadar götürecek bir zaman yolculuğuna kendinizi hazırlayın! Antik bir mücevheri çal, Evala Andrew'un o yılki Noel listesinde yoktu fakat kaderin onun için farklı...