Soğuk.
Gözlerimi aralamamı sağlayan şeyin adıydı bu.
Soğuk tenimi yakıyor, her nefes alışımda ciğerlerime buz kristalleri gibi saplanıyordu. Galiba duvarların, eşyaların ve zeminin bir kısmı da buzlarla kaplıydı. Yatağın boş olan diğer tarafına dönerken 'Buz mu? Ne tuhaf! Rüya mı bu?' diye geçirdim içimden. Dün gece yanımda kalmış olmasına karşın Baris yanımda değildi. Benimse ilk düşündüğüm şey saçma sapan bir rüya gördüğümdü. Yüzyıllarca yıl önce olsa bile etrafı çölle kaplı bir şehre böyle bir havanın hâkim olmasına imkân yoktu. Kesinlikle bir rüya görüyor olmalıydım. Çok gerçekçi bir rüya. Soğuk derimin altına kadar işliyordu sanki. Çenem durmadan takırdıyor, kulaklarımı ve burnumun ucunu hissetmiyordum. Galiba titriyordum da.
Sonra birden Wajdet'i ve onunla yaptığımız o garip, katlanılmaz, tehditkâr konuşmayı anımsadım.
Ah, kahretsin!
Keşke olsaydı ama bu o saçma sapan rüyalardan biri değildi.
"Ne oluyor?" diye mırıldandım - dün gece her şey normaldi ve şimdi birden kar mı yağmaya başlamıştı?
Bu, hayra alamet olamazdı.
Sırtımı kaplayan yaralar yüzünden o kadar berbat bir haldeydim ki, ancak yataktan destek alarak doğrulabildim. Balkon ağzına kadar sendeleyerek yürüdüm ve devam edecek gücüm kalmayınca pervaza yaslanıp soluklandım. Ama soluklanacak vakit yoktu. Hiçbir şey için vakit yoktu. Balkonun ucuna doğru ilerlediğimde karla kaplı rüzgâr saçlarımı uçuşturdu, tüm bedenim sızladı. Artık hava sıcak ve bunaltıcı değildi. Aksine, soğuk, kuru ve dondurucuydu.
Ve hayır, rüya falan görmüyordum.
Antik Mısır'a...
Lapa lapa...
Kar...
Yağıyordu...
Ne yazık ki, bu mucizevi karın nereden geldiğini çok iyi biliyordum.
Hâlâ nasıl olduğunu anlamasam da bizim hatamız, bizim suçumuzdu.
"Ah, hayır." diyerek havada süzülen kar tanelerine baktım. O kar taneleri saçlarıma, omuzlarıma, elbiseme, elbisemin açıkta bıraktığı yaralarıma düşerken rüzgâr sanki Wajdet'in öfkesini yansıtmak istercesine uğuldamaya başladı. Kar o kadar yoğun bir şekilde yağıyordu ki, koskocaman şehri sadece bulanık bir siluet halinde görebiliyordum. Kendi kendime, bunu sindirmek istercesine, "Wajdet geliyor." dedim ama sesim ıslık çalan rüzgarın uğultusunda bastırıldı. Korkuyordum. Oysa 'Korkularla yaşanmaz,' diye düşünmüştüm her zaman. Bu yüzden de fırsat bulduğum her an korkularımın üzerine gitmeye çalışmıştım fakat ilk kez böyle hissetmiyordum. Kar görmek bana Wajdet'le olan ilk tanışmamızı hatırlatıyordu. Bir de savurup durduğu o tehditleri...
Kollarımı bedenime sararken yağan kardan ziyade bu düşüncelerle ürperdiğimi hissettim. Söz konusu olan sadece benim hayatım da değildi üstelik. Baris... Kız kardeşim... Burada yaşayan insanlar... Çok fazla şey tehlikedeydi.
Birinin uzaktan ismimi seslendiğini duydum ama uğuldayıp duran rüzgar yüzünden tam emin de olamadım. Şu an bir şeyleri kafamda kuruyor olsam bu olan en garip şey olmazdı nasılsa. Korku duygusu yüreğimi dağlayıp geçerken biri kolumdan tutup beni kendine çevirdi ve Baris'in yoğun, kahverengi gözleriyle göz göze geldim. Bakışlarımız birbirine kenetlenirken yüzümden okuyabileceği tek şey korkuydu. İri iri açılmış yeşil gözlerimle hiçbir şey demeden ona bakıyordum. Siyah saçları rüzgarda hızla savruluyor, teni havayı kaplayan soğuk yüzünden gittikçe daha da solgun bir hâle geliyordu. Bana beni sevdiğini söylerken ki ifadesi aklıma kazınmıştı ama şimdi onun da yüzünde bendeki korkudan vardı. Kahretsin. Onu kaybetme düşüncesinden nefret ediyordum. Emma için hissettiğim türden bir endişe değildi bu. Hiçbir şeyiniz olan birinin bir anda tüm dünyanız olması ne garip, ne anlaşılmazdı... Ruhumun böyle hissedebileceğini bilmiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mumya Kalbi: Atmayan Kalpler Serisi (2)
Teen FictionACIMASIZ VE GÜZEL... Sadece nefesinizi kesmekle kalmayacak, aynı zamanda sizi sonuna kadar götürecek bir zaman yolculuğuna kendinizi hazırlayın! Antik bir mücevheri çal, Evala Andrew'un o yılki Noel listesinde yoktu fakat kaderin onun için farklı...