🔸40.BÖLÜM: YALANLARIN GÖLGESİ

18.9K 1.6K 391
                                    

Kırk yıl düşünecek olsam bile bir gün çalmadığım bir şey yüzünden suçlanacağım aklıma gelmezdi. Bu benim için... Gerçekten yeniydi. Hepsi de Nakia denen o yalancı pislik yüzündendi! Benimle derdi neydi bu kadının? Tamam, tamam. Ona tokat atmaya cüret ederek onu kışkırttığımın farkındaydım, hem de iki kez, ama hakkımda böyle bir yalan söyleyecek kadar da kinci olamazdı herhalde! Söylediği yalanı düşündükçe sinirden başıma ağrılar saplanıyordu.

Ne berbat bir gündü bu böyle.

Gardiyanlardan biri beni kolumdan tutup bahçedeki firavunun ve Baris'in önüne atınca dengemi kaybederek dizlerimin üzerine düştüm. Yerdeki çakıl taşları dizlerime ve avuçlarıma batarken acıyla homurdanmamak için dişlerimi gıcırdattım. Bu biraz utanç vericiydi doğrusu. Üstelik tamamen yalnız da değildik. Bahçe şu an en kalabalık saatindeydi. İnsanlar şaşkınlık ve merak içinde bana bakıyor, aralarında fısıldaşıyorlardı. Benimse Baris'e bu durumu nasıl anlatacağım hakkında zerre fikrim yoktu. Daha önce hiç böyle bir iftiraya uğramamıştım.

Baris, "Kahretsin," diyerek önümde dizlerinin üzerine çöktü. İnsanların giderek artan fısıldaşmalarını umursamadan gardiyanların bileklerime bağladıkları kalın ipi çözüp bir kenara attı. Bileklerimde iplerin izi çıkmış, mor halkalar birer bileklik gibi beyaz tenimde kalmıştı. "Neler oluyor, Eva?"

"Hiç sorma." dedim başımı kaldırıp yüzüne bakarak, yüzü yüzüme çok yakındı, öfkeli ve bu durumdan ötürü çok memnunsuz görünüyordu.

Bu sırada Nakia bir adım öne çıkıp kendini göstererek firavunun önünde saygıyla, hafifçe eğildi. Hiç çekinmeden yalan söyleyerek, "Rahatsız ettiğim için özür dilerim. Sadece bir endişemi dile getirmek istemiştim. Aile yadigarım gördüğünüz bu hırsız tarafından çalındı, efendim." dediğinde firavun bile biraz şaşırmış görünüyordu.

"Ben hiçbir şey çalmadım!" diyerek kendimi savundum. "Yalan söylüyor!" derken bunun hiçbir anlamının olmadığını bende biliyordum. Mısır kralının gözünde ben Baris'in saraya getirdiği, sivri dilli, pek de haz etmediği bir köleydim. Nakia ise bir soylunun kızıydı. Elbette ki benim yerime ona inanacaktı.

Firavun, kısık sesle güldü. "Bu çok ilginç oldu işte." derken bana tepeden küçümseyici bir bakış attı.

Homurdandım ve bu durumla bile eğlenebilen bir adama kendimi açıklamakla vakit kaybetmek istemeyerek, bir ümitle, "Baris," dedim. "Ben gerçekten hiçbir şey çalmadım. Bana inanıyorsun, değil mi?"

Baris'in bana inanacağını zaten biliyordum ama cevap olarak boynumu kavrayıp beni öpmesi olmasını beklediğim bir şey değildi. Dudaklarının dudaklarımdan ayrılması dudaklarımı bulması kadar kısa sürmüştü. Tutkulu olmaktan daha çok şefkatli, yumuşak bir öpücüktü bu. Yine de dudaklarının tadını almıştım ve bu başımı döndürmüştü. Yüzüm, beni kollarının arasına alırken Baris'in göğsüne çarptı. Parmaklarım şaşkın göğsünde oyalanırken onun tatlı, güvenliği sıcaklığı beni kucakladı. Beni öpmüştü, şimdi de bana sarılıyordu, hem de diğer herkesin önünde! Herkes onu firavunun oğlu olarak bildiği için bu ufak gösteri karşısında fısıltılar giderek daha da artmıştı. Firavun ne diyeceğini bilmiyormuş gibi susmuştu. Nakia bile bir şey demiyordu, ki bu iyiydi çünkü onun sesini bir kere daha duyacak olsam üzerine atlayacaktım! Baris, kulağıma doğru "Tamam. Bunu halledeceğim," diye söz verdi bana. Şaşkın şaşkın başımı sallayabildim sadece. Kalbimin yerinden çıkacak gibi attığını fark etmiyor muydu acaba? Neden yapıyordu ki bunu? Yani, herhangi bir şikâyetim yoktu ama...

Firavun Geb, kendine gelince bu manzara karşısında hem onaylamaz hem de alaycı bir tavırla başını sallayarak, "Biz hırsızlara pek iyi gözle bakmayız burada." dedi. "Şimdi sana ne ceza versek acaba?"

Mumya Kalbi: Atmayan Kalpler Serisi (2) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin