🔸4.BÖLÜM: TARİHİ ESER KAÇAKÇILARI

31.9K 2.4K 391
                                    

Arabanın gösterge paneli ışıklar saçıyor, düşük yakıt uyarısı ile saatin kaç olduğunu gösteren kısım yanıp sönüyordu. Bense kendimi çok yorgun hissediyordum. Uykum vardı, tek istediğim şurada birazcık uyumaktı ama uyumamam gerektiğini de biliyordum. Tüm mantıklı beyin hücrelerim 'Burada değil! Şimdi değil!' diye uyarıyordu beni. Belki de bu yüzden basit bir panel ışığı gözüme çarptı ve uykulu, uyuşuk halimin dağılmasına neden olarak dikkatimi üzerine çekti. Başımı uzattım ve saati doğru gördüğümden emin olmak için gözlerimi birkaç defa kırpıştırdım. Ne yazık ki, yanlış görmemiştim. Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Şimdi ikiye geliyordu ve bu da demek oluyordu ki saatlerdir yoldaydık! Ve artık ne Kahire'de ne de Luxor'da olduğumuzu sanıyordum. Mısır'ın tam olarak hangi bölgesinde olduğumuzdan bile emin değildim.

Dudaklarımı yavaşça oynatarak, ses çıkarmadan, Tony'ye sordum. "Nerede olduğumuzu biliyor musun?"

Benim gibi yavaşça dudaklarını oynatarak cevap verdi; "Hayır."

Bu pek iç açıcı bir haber değildi doğrusu.

Bir şekilde nerede olduğumuzu öğrenmem gerekiyordu. Bölge ya da şehir adı olarak değil, açık adres şeklinde. Omar'a ve Alber'e üstünkörü bir bakış attım. Rica edecek olsam cep telefonlarını vereceklerini hiç sanmıyordum. Tony'ninkine el koyduklarından adımın Evala olduğu kadar emin olduğum için bunu ona sormadım bile. Bile bile yakayı ele vermek istemiyorlarsa, kimse o kadar aptal olamazdı.

Düşün Eva, düşün. Tam adresi almanın mutlaka bir yolu olmalı.

Aklıma bir türlü bir fikir gelmeyince parmaklarımı saçlarımın arasından geçirdim ve alt dudağımı canım yanacak kadar sert bir şekilde ısırdım. O sırada Omar direksiyonu sola kırdı ve otobandan ayrılırken devasa harflerle yazılmış, girilmez tabelasını görmezden geldi. Direksiyonu toprak ve çakıl taşlarıyla kaplı bir yola sürdü. Yemin ederim, altımızdaki tekerleklerin çığlık attığını duydum. Arabanın motoru gümbürdedi, bir an her şey teklediğinde arabanın buna dayanamayıp istop edeceğinden emindim ama öyle bir şey olmadı. Onun yerine sorunsuz bir şekilde ilerledik, bir tepeden geçtik ve tenha bir araziye vardık. Araziyi inceleyebilirdim ama incelenecek bir şey yoktu zaten. Görünürde ne bir ağaç ne de bir bitki vardı. Muhtemelen yıllar önce burası çorak ve böyle verimsiz bir hâle bürünmüştü. Omar bizi bu çorak arazinin birkaç kilometre ilerisinde bulunan beyaz taşlarla döşeli, kolonlarla ve balkonlarla kaplı, güzel bir malikanenin önüne getirdi. Camdan dışarı baktığımda, bunun hayatımda gördüğüm en büyük özel mülk olduğunu düşünüyordum. Bir başka ironi de böylesine güzel bir yapının tamamen çorak topraklarla kaplı bir arazide olmasıydı. Burası buraya hiç mi hiç uymuyordu.

Araba yapay bir eğimi aştıktan sonra beton dökülmüş bir yolda biraz daha ilerleyerek otomatik, demir bir kapının önünde durdu. Kapının ağır ağır bir yandan diğer yana açılmasını beklerken, buz gibi bir ürpertinin omurgamdan aşağıya hücum ettiğini hissedebiliyordum. Aynı ürperti bacaklarımda ve kafa derimin altında da vardı. Gelmiştik. Kahretsin. Daha sonra malikanenin yarım daire şeklinde tasarlanmış bahçesine girdik. Bahçe çevredeki arazinin tam zıttı bir şekilde ağaçlarla, çimenlerle ve bahar çiçekleriyle kaplıydı. Bir şey parlıyor ve gökyüzündeki dolunayın solgun, donuk ışığını gözlerime yansıtıyordu. Bir an sonra da içinde aydınlatmalar olan büyük bir havuza bakıyordum. Sonra yüksek bir ses duydum. Gözlerimi kaldırdım ve aynı anda iri yarı bir beden camın önüne geçti. Bu Omar'dı, kapıyı sertçe açtı! Bir kez daha tüm dikkatimi kendimi savunmaya verdim. Omar o koca eliyle dirseğimin etrafını kavradı ve ben itiraz etmeye kalmadan beni tutup koltuktan çekti. Tökezleyerek ve homurdanarak arabadan indim. Tony'nin adımı söylediğini duyabiliyordum ama ona bakmak için döndüğümde, Alber'in de en az Omar kadar bir centilmenlikle arabadan çıkması için onu zorladığını gördüm.

Mumya Kalbi: Atmayan Kalpler Serisi (2) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin