🔸30.BÖLÜM: YERALTI MAĞARASI

22K 1.8K 298
                                    

Çölde meydana gelen bir kum fırtınası ne kadar yoğunsa bu fırtına da o kadar yoğundu. Şaşkınlığımı içime gömerken parmaklarımla ağzımı örterek kum yutmamaya çalıştım. Her tarafımda kumlar dans ediyor, dönüyor, tenime çarparak dengemin bozulmasına neden oluyordu. Bacaklarımın titriyor olması da hiç yardımcı olmuyordu doğrusu! Sırtımı arkamdaki kayaya biraz daha yaslayarak gözlerimi sıkı sıkı yumdum. Elbisemin eteği bacaklarımın etrafında dövündü ve göğsüm acı bir yakarışla inip kalkmaya başladı.

Kosey, kes şunu, lanet olası.

Bir şeyi yeterince isterseniz olur derler. Bende o an bu fırtınanın durmasından başka bir şey istememiştim. Garip bir şekilde, dileğim anında yerine geldi. Havada girdap çizmeyi bırakan kumlar öyle bir hızla üzerimizden çekildiler ki, saçlarım yapay bir rüzgarla iki yanımdan savruldu. Ardından kumlar ürkütücü bir hızla yere inerek birkaç metre önümüzde duran haydutların üzerine çullandı. Bu öyle şiddetli bir darbeydi ki, zemin şiddetle kayarak içe çöktü. Dengemi daha fazla yerinde tutamayarak kalça üstü düştüm. Kumlar etrafımızdan çekildiğinde boğuk erkek çığlıklarını bastıran kayma sesi sadece birkaç saniye sürmüştü. Beni hiçbir şey zorlamıyor olmasına rağmen gözlerimi önümden ayıramıyordum. Son gördüğüm şey gökyüzüne uzanan, dirseklerine kadar kuma gömülmüş olan haydutun parmaklarıydı. El, bir bataklık gibi içe çekildi. Ardından zemin birden durgunlaşan bir deniz gibi sakinleşti ve ağır ağır eski halini aldı. Şimdi ise o haydutlardan geriye hiçbir şey kalmamıştı. Tek bir zerreleri bile yoktu! Ve gülünç bir şekilde her şey yine normal görünüyordu. Güneş tepede parlıyor, çöl kendine has olan o sessizliğiyle önümüzde uzanıyordu.

Neler olduğunu tamamen idrak ettiğimde ağzım sessiz bir nidayla açılıp kapandı, tek diyebildiğim acı bir "Ah!" oldu; Kum, haydutları canlı canlı yutmuştu.

Emma hemen yanımdaydı. O da benim gibi kalçalarının üzerine düşmüş, kağıt gibi bembeyaz kesilmiş bir yüzle ellerini kalbine bastırmıştı. Bu kadar şaşkına dönmüş olmasaydım, rüzgâr ve kum yüzünden çalı süpürgesine dönen saçlarını görmek beni eğlendirirdi. Orada bir yerlerde olduğunu bildiğim mantığıma ve sağduyuma ulaşmaya çalışırken darmadağın olan saçlarımdaki kum tanelerini temizledim. Emma'da irkilip kendine geldi ve parmaklarıyla saçlarını tarayıp düzelttikten sonra düştüğü yerden doğrulmak için kayalara tutundu. Sonra da kalkmama yardım etmek için parmaklarını uzattı. Yerden kalkarken haydutların en son durduğu yere uzun uzun bakmadan edemedim.

Tanrım...

Ne gösteriydi ama!

Durum bu kadar berbat bir hâle gelmişken, kendime karşı dürüst olmam gerekirse, artık Kosey'den daha çok çekindiğimi hissediyordum - Haydi ama! Çekinmemek için deli olmak gerekirdi. Ya da intihara meyilli falan olmak...

Bense ne deliydim ne de ölmeyi istiyordum.

Kosey'in ve Baris'in güçlerini ne kadar kontrollü bir şekilde kullandıklarını düşününce içimde hafif bir kıskançlık hissederek avuç içlerime baktım. Bende bir gün onlar gibi olabilir miydim? Nekhbeth, zaman gücünün en kutsal bekçi gücü olduğunu söylemişti ama bu bana doğru gelmiyordu. Zaman gücü ne işe yarardı ki? Bildiğim kadarıyla şimdiye kadar başıma çorap örüp durmaktan başka bir şey yapmamıştı. Böyle pasif bir güçtense Kosey gibi kumu kontrol edebilmeyi ya da Baris gibi müthiş bir güç patlaması yapabilmeyi tercih ederdim. Öylesi daha çok işime yarardı.

Başımı kaldırıp soğuk gözlerle Kosey'e bakarken - Çünkü kahrolası pisliğin bizi yem olarak kullandığı belliydi! Onu bu yüzden kendi ellerimle öldürecektim! - sonunda mantığıma ulaşmayı başararak, "Hiç değilse bir tanesini canlı bıraksaydın." diye yakınmayı başardım. "Bizi ele başlarına götürebilirlerdi, biliyorsun."

Mumya Kalbi: Atmayan Kalpler Serisi (2) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin