🔸29.BÖLÜM: ÇÖLLERİN HAKİMİ

20.8K 1.8K 259
                                    

Biraz uğraştıktan sonra Emma için belinde yeşil bir kuşak olan, ayak bileklerinin bir karış üzerinde biten ince bir elbise ile fazla ağır olmayan tahta sandaletler bulabilmiştim. Ve evet, hepsi bu kadardı. Saraydan çıkan bir kadından çok sıradan biri gibi görünüyordu, ki dikkat çekmek istemediğimiz için bu iyi bir şeydi. Aynısı benim için de geçerliydi. Üzerimdeki tek fazlalık Baris'in daha önce hediye ettiği dilek bileziğiydi. Neden bilmiyordum ama onu geride bırakmak istememiştim. Hem fazla dikkat çekici bir şey de değildi zaten. Fark ettirmemek için elimden gelen her şeyi yapsam da Emma bileziğin benim için özel olduğunu fark etmiş gibiydi, fırsatını bulup da sormak için can attığını görebiliyordum. Sahi, ne diyecektim ona? Durumun ne olduğunun ben bile farkında değildim ki. Yani, evet, Baris'e karşı inanılmaz bir çekim hissettiğimden... Bundan da öte, ondan hoşlandığımdan emindim ama sadece hoşlandığım için kocaman bir yangının ortasına girip de bana verdiği bileziği almak biraz aşırı değil miydi? O an mantığımdan çok duygularımla hareket ettiğim için böyle salakça bir şey yapmam son derece normaldi aslında. Kendimi böyle teselli edebilirdim. Öylesi çok daha kolay olurdu. Yine de yaptığım şeyi düşündükçe mutlu olmuyordum, hatta aksine, sanki bütün vücudumda böcekler geziniyormuş gibi karnıma kramplar giriyordu. Dilediğim dilek yüzünden miydi? Bu yüzden mi bileziği geri almayı o kadar çok istemiştim? Öyle olsa bile bu çok sağlıksız, insanı rahatsız eden bir düşünce tarzıydı.

Bir noktada fazla düşünmekten başım ağrımaya başladığı için başımı iki yana sallayarak ana odaklanmaya çalıştım. Beş adım ilerimizde yürüyen Kosey'e bakmak için bakışlarımı yerden kaldırdım. O bile fark edilmemek için normalde asla giymeyeceğini düşündüğüm ince, eski bir pelerini omuzlarına atmıştı. Pelerinin başlığı bir okyanus gibi dalgalı olan saçlarını ve alnının büyük bir bölümünü örttüğü için, başka bir zamanda onu böyle görecek olsam ben bile Kosey olduğundan emin olamazdım. Gardiyanlar da şüphelenmiş gibi görünmüyorlardı. Bu durumda kimsenin Kosey'i tanımayacağı aşikârdı.

Birkaç saat önce saraydan çıkmış, olabilecek en ıssız, en ürkütücü sokakları tercih etmek için gayret göstererek şehrin dış bölgesine doğru ilerliyorduk. Nereye ya da kime gittiğimiz hakkında zerre fikrim yoktu ve böyle bir bilinmezliğin kollarına kendimi bıraktığım için tam bir aptal gibi hissediyordum. Tanrı aşkına, hançer onda olmasa bile Kosey'e güvenmek ince bir buzun üzerinde yürümekten farksızdı! Öyle çok maskesi vardı ki, bu konuda doğruyu söyleyip söylemediğinden bile emin olamıyordum. Tüm bunlar korkunç bir tuzak olabilirdi... Ve tereddüt ediyor olmam, bile isteye o tuzağa yürüyor olduğum gerçeğini değiştirmezdi.

Sadece ölme, dedim kendi kendime; Ve Emma'nın da ölmesine izin verme.

Bu kafayla her şey yolunda giderdi doğrusu!

Yüreğimi dağlayan huzursuzluk hissi bir türlü geçmeyince koca koca dört adım atarak Kosey'e yetiştim. Yüzünün büyük bir bölümünü kapatan pelerinin ucunu tutup çekiştirerek, "Neden böyle giyindin?" diye sordum. Bir yandan da adımlarına ayak uydurmaya çalışıyordum. Emma konuşma konusunda benim kadar hevesli olmadığından birkaç adım arkamızdan bizi sessizce takip etmeye devam etti. Yine de merak ettiğinin, bir kulağının bizde olduğunun farkındaydım.

"Kelimenin tam anlamıyla, şehirdeki herkes yüzümü biliyor." dedi Kosey. "Ayrıca her yerde ne yaptığımı babama iletecek bir sürü çenesi düşük var."

Onun kadar soylu ve güçlü birinin bundan endişe etmemesi garip olurdu sanırım.

"Hı-hı."

Gecenin görüşümüzü nispeten engellemesini fırsat bilerek, kararlılık ve alışkanlıkla, pelerinin altına uzandım ve parmaklarımın arasında tuttuğum parlak şeyi çekip kaldırdım. Bu, bir hançerdi. O büyülü hançer değildi ama yine de bir hançerdi işte! O kadar şaşkın bir haldeydim ki çok şiddetli bir darbe yesem ancak bu kadar etki edebilirdi. Kosey'in kıskanılacak kadar gür olan koyu kirpikleri bir yelpaze gibi örtündü ve tuttuğum hançeri gördü. Solgun yüz hatlarında hafif bir şüphe belirdi. "Bir dakika, bu-" Ellerinden birini beline, boş deri kayışa attı. Kaşlarını çatarken boğazının derinliklerinden kızgın bir homurdanma yükseldi. Doğrusu ondan bir şey çalmanın bu kadar kolay olmasını bende beklemiyordum. Onun kadar dikkatli biri fark eder diye düşünüyordum. Sanırım sandığımdan daha yetenekliydim. Bunu fark etmek güzel hissettiriyordu - her ne kadar konu hırsızlık yapmak gibi etik dışı bir şey olsa da.

Mumya Kalbi: Atmayan Kalpler Serisi (2) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin