🔸13.BÖLÜM: SAVAŞ YA DA ÖL

26.7K 1.5K 230
                                    

Sanki mümkünmüş gibi sırtımı duvara biraz daha yaslarken tüm dünyayı içime çekecek kadar derin bir nefes aldım. Yanlış duyduğumu umarak "N-ne?" diye kekeledim. İri iri açılmış gözlerimle, alnımı örten kâküllerimle, küçük burnumla ve toplu dudağımla porselen bebeğe benziyor olmalıydım. Ama gerçekten, duyduklarımı algılamakta zorlanıyordum. Ne diyordu bu? Göğsümden taşı oyup almak mı? Gördüğüm tüm o sanrıların içinde, yaptığı şey bu muydu yani? Midem üst üste üç porsiyon taco yemişim gibi bulanarak ağzıma geldi. Tüm korkuma rağmen Kosey'in gözlerine bakmak için kendimi zorlarken o gözlerde benimle alay ettiğine dair bir şey aradım ama yoktu. Sonra gerçeklik bana bir tokat gibi çarptı. Taşı göğsümden oyup alacağını söylerken ciddiydi! Bunu gerçekten yapacaktı! Ah, Tanrım... Çıldırmış bu! Gerçekten, gerçekten çıldırmış ve biraz daha bu hastalıklı oyuna devam ederse bende onun gibi çıldıracağım.

"Dur, bir saniye dur..."

Ama​ hiç de duracak gibi görünmüyordu. Aksine, hasta herif, benimle oynamaya devam etti.

"Kimse sana hırsızlığın kötü bir şey olduğunu öğretmedi mi?" diyerek her şeyden benim sorumlu olduğunu yüzüme çarptı. Korkumdan utanamıyorum da. "Sana ait olmayan şeylere elini uzatırsan böyle olur işte."

Buna bir şey diyemedim.

Zaten ne diyebilirdim ki?

"Bunu medeni bir şekilde halledemez miyiz?" diye sordum, bir an sonra. "Konuşalım ne olur." diye yalvardım. Tek istediğim elimi bırakmasıydı. Böylece lanet çakıyı kendimden çekebilirdim. Fakat Kosey'in dudaklarında korkumdan ne kadar haz aldığını gösteren bir kıvrım belirdi. "Kaçacak deliğin kalmadı mı, seni beş para etmez sokak faresi?"

Gülünecek pek bir şey olmamasına rağmen dudaklarımdan bir kıkırtı çıktı. Bana doğrultulan ve benim tuttuğum bıçak tenime biraz daha yaklaşınca gülmeyi keserek dehşetle inledim. İhtiyatla süzdüm Kosey'i. Sert bakışlarınla bir an için huzursuzluk kıvılcımı belirdi. Bende en az onun kadar öfkeliydim ama şükürler olsun, ne yaptığımı bilemeyecek kadar değil. Hemen gülmeyi kestim. Kosey'in devasa vücuduna baktıkça onun sabrını zorlamanın korkunç bir fikir olduğunun farkındaydım. Hırıltılı bir sesle "Kosey? Kafayı mı yedin?" diye sordum.

Buna küçük bir homurtuyla karşılık verdi. Bende hemen devam ettim.

"Dinle, dinle... Benden pek hoşlanmadığının farkındayım. Tanrı biliyor ya, bende sana bayılıyor sayılmam ama mantıklı olmaya çalış, lütfen. Beni öldürmen için bir nedenin yok."

Masum bir sesle, "Yok mu?" diye sordu ama ifadesinden bildiği belli oluyordu zaten. Kafasını iki yana salladı. "Yine de bunu yapmak istiyorum."

"Ne? Hayır!" Konuşmamız daha öncekinden daha kötü bir hâl aldığı için şaşkınlığımı gizleyemeyerek olduğum yere yapışıp kaldım. Gözlerim ve ağzım kocaman açılmıştı. TAMAM. Nefes al Eva. Nefes al... Kahretsin. Bir şeyler yapmalıydım hemen.

O anda bir mucize oldu ve Kosey'in bıçağı bana çeviren parmaklarının tenimde gevşediğini hissettim. Sanırım ona zarar verebileceğime gerçekten ihtimal vermiyordu. İşte bu! Tek bir şansım vardı ama yine de bir şanstı işte ve ben bu durumu lehime çevirebilirdim. Bıçağı daha sıkı kavrayıp hiç beklemediği bir anda tüm gücümle geri savurdum. Kosey bıçak yüzünü kesmesin diye benden birkaç adım uzaklaşmak zorunda kaldı. Şaşkınlıkla durdu ve bende o üzerime tekrar atlamadan önce bacaklarıma kuvvet verip kapıya doğru koştum. Kapıyı açtığım anda orada bekleyen Alber'le karşılaştım. Beni görünce yüz hatları öfkeyle çarpıldı. "Ne yaptığını sanıyorsun sen?" diyerek uzanıp beni tutmaya çalıştı ama can havliyle geriledim ve "Bana dokunma!" diyerek İsveç çakısını omzuna sapladım. Tüm gücümü kullanmıştım. Bu yüzden bıçak dibine kadar tenine girmişti. Zavallı Alber, acıdan iki büklüm oldu. Kan hızla gömleğine süzülürken omzunu tutup kanamayı durdurmaya çalıştı. Bir an afallayarak ona baktım. Zorlukla nefes alıyordum ve parmaklarım da titriyordu. Birini gerçekten bıçakladığıma inanamıyordum.

Mumya Kalbi: Atmayan Kalpler Serisi (2) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin