EMMA
"Kafayı mı yedin? Şimdi şakanın sırası mı?"
Emma Kosey'in dediği şeyin gerçek olmasına ihtimal bile vermiyor, vermek de istemiyordu. Bunu kabul edemezdi. Her zaman başka seçenekler vardı, değil mi? Tek seçenek bu olamazdı. Yanmaktan tahriş olmuş parmaklarına bakarken fizikselden çok ruhsal bir acıyla içi burkuldu. Serin suya rağmen teni hâlâ sızlıyor, kemiklerine kadar işleyen bir ağrı hissediyordu. Üstelik bu sadece ufak bir yanıktı. Tedavi için dağlama yapmak... Açık bir yarayı bile isteye yakmak... Gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı. Bunu düşünmek bile taş gibi kaskatı kesilmesine, midesinin bulanmasına neden oluyordu.
Fakat Kosey onun aksine son derece ilgisizdi. Bir şey söylemeden gözlerine bakmaya devam etti. Sonra aralarındaki rahatsız edici sessizliği bozarak, çok sakin bir sesle, "Yapmak zorundayım, yoksa çok fazla kan kaybedeceğim." dedi. Emma bu bilgiyi sindirmeye çalışırken meşalenin yanan bez kısmını metal bir kâsenin içine sıyırdı. Ateş kâsenin içinde daha da harlanırken Emma gözlerini alevlere dikti. Dehşetle yutkunarak ellerini sudan çekti. Yanık acısı katlanarak artarken parmaklarını salladı ve kuru bir sesle, "Hadi ama!" dedi başını yavaşça iki yana sallayarak. "Bu çok saçma. Yapma bunu. Kendine zarar vermekten ne farkı var ki bunun?"
"Ben bundan zevk almayacağımdan eminim."
"Ama canın yanacak." Sustu, tereddütle devam etti. "Yanacak, değil mi?"
Kosey belirgin bir şekilde duraksadı ve yalan söylemek istiyormuş gibi bir ifadeyle bakışlarını alevlere dikti. Sanki acımayacak dese acımayacaktı ama Emma daha önce aldığı lisans derslerinden bunun ne kadar ilkel ve acı yakıcı bir tedavi yöntemi olduğunu hatırlıyordu. Bunu düşünmek bile midesinin burkulmasına neden oluyordu. Sonra Kosey başını salladı ve tekrar ona baktı; "Feci halde," diyerek kabul etti. "Ama dağlama yapmayı, kan kaybından ölmeye tercih ederim. Bilincimi kaybetmeye başlamadan önce yarayı kapatmam gerekiyor."
"Evet, ama... Bunu yapmanı istemiyorum. Kendini yakmak zorunda değilsin. Başka bir seçenek olmalı. Belki yaranı sıkıca sararsak..." Sonra gözlerini kapattı ve yeniden sıkkın bir nefes aldı. Aklına gelen en zekice fikir bu muydu cidden? Tamamen yenilmiş, ümitsiz bir halde "Başka bir yol yok mu?" diye sorarken ses tonu yalvarıyor gibi çıkmıştı.
"Bir tane var."
Saklayamadığı bir umutla "Ne? Söyle." diye sordu, dağlamadan başka herhangi bir yöntemi tercih ederdi.
"Her zaman ölmemi bekleyip cesedimle birlikte Nekhbeth'in seni bulmasını bekleyebilirsin."
"Sen... Sen cidden çok..." Tartışmanın bir yararının olmadığını fark edince devam etmedi. Bunun yerine iç çekerek gözlerini kaçırdı ve 'Ne yaparsan yap!' dercesine omuzlarını silkti. Yine de kibarlıktan "Yardıma falan ihtiyacın var mı?" diye sormayı da unutmadı.
"Ben hallederim, Emma."
Emma, Kosey'i daha fazla zorlamak istemedi çünkü ne yaptığından çok emin görünüyordu. Korkmuş ve endişelenmiş bir ifadeyle Kosey'i izlerken parmaklarındaki yanık izlerine dokunuyor, bir yandan da kendi kendine bir şeyler mırıldanarak kendini sakinleştirmeye çalışıyordu. Kosey yanan ateşin içine meşalelerin ağızlarını yakmak için kullanılan o garip sıvıdan kattı. Yeniden harlanan ateş çok kısa bir süre sonra söndü ve arkasında lava benzeyen parlak, sarı bir sıvıdan başka bir şey bırakmadı. Kosey parmaklarını masanın kenarına bastırırken omzundan akıyor olan kanı görmezden geldi. Sarı, dumanı tüten sıvıya bakışlarını dikti ve "Bu gerçekten acıtacak." diye homurdanırken Emma yine itiraz etmemek için alt dudağını ısırdı. Keşke yapabileceği bir şey olsaydı. Sonra birden tüm bu olanlar yüzünden unuttuğu şey aklına geldi. Öyle ani bir şekilde hatırlamıştı ki, bu kadar aptal olduğu için kendi kendine kızmadan edemedi; Nasıl? Nasıl böyle bir şeyi unutabilmişti?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mumya Kalbi: Atmayan Kalpler Serisi (2)
Teen FictionACIMASIZ VE GÜZEL... Sadece nefesinizi kesmekle kalmayacak, aynı zamanda sizi sonuna kadar götürecek bir zaman yolculuğuna kendinizi hazırlayın! Antik bir mücevheri çal, Evala Andrew'un o yılki Noel listesinde yoktu fakat kaderin onun için farklı...