Böyle bir şey yapabileceğimi bile bilmiyordum. Her şey bir göz açıp kapama süresi kadar hızlı bir şekilde gerçekleşmişti. Taşın durmasını istemiştim ve o da durmuştu. Öylece havada asılı kalmıştı. Bekçi gücünün içimden çıktığını, etrafımı kaplayan havaya dağıldığını hissedebiliyordum ama her şey ilk seferinden farklıydı. Kontrolsüz bir güç patlamasından ziyade bu defa her şey benim kontrolüm altındaydı. Her kalp atışımla birlikte güç nabız gibi bedenimde atıyordu. Taşın bendeki varlığını hissedebiliyordum. Oradaydı, bana güç veriyordu ve beni ezip öldürmek üzere olan dev blok taşı birkaç saniye ötemde tutuyordu. Parmaklarının ucunda böylesine muazzam bir gücün olması insana kendini inanılmaz iyi hissettiriyordu. Güçlü hissettiriyordu. Bekçi gücü neyle orantılı olursa olsun; Karakter, ruh, fedakârlık, öfke, inatçılık... Fark etmez. Mişa'nın dediği gibi, ben güçlüydüm. Tek önemli olan da buydu. Ama burada olanlar...
Zamanı durdurma kavramı beni alt üst ediyor olsa da tam şu an, ben nalları dikmek üzereyken olduğu için minnettardım.
Daha iyi bir zamanlama olamazdı.
Ve güçten söz etmişken...
Parmaklarımı yüzümün önünden çekerken şaşkın bir biçimde soluğumu serbest bıraktım. Şaşkınlığımı üzerimden attığımda yüzümü kararlı bir ifade kapladı. Bir şekilde bu gücü yönetebileceğimi biliyordum, ne de olsa o artık benim bir parçamdı, bana aitti. Parmaklarımı çevirdim, elimin tersiyle havayı ittirirken 'GERİ!' diye düşündüm. Dev blok taş ağır ağır gerilerken karlar da hareket etmeye, yerden kalkan minik kar taneleri gökyüzüne yükselmeye başladı. Sanki kar gökyüzünden yeryüzüne değil, yeryüzünden gökyüzüne yağıyordu. Taş da düşmek yerine geri yükseliyordu, parçalanmış kaya taneleri taşın yüzeyine geri girdi, kusursuz bir şekilde tamamlandı, ve taş eve çarpmadan önceki haline geri dönerken Wajdet'in sarkıtı da geriledi. Evet. Zamanı geri alıyordum. Ama ne Kosey, ne Baris, ne Emma ne de ben bundan etkileniyorduk. Bu da bu gücün insanları doğrudan etkilemediğini anlamamı sağladı. Önemli değil. Kalçamın üzerinde geriledim ve taşın düşeceği yerden hızla çekildim. Gücü havadan bedenime geri aldığımda, her şey yine aynı şekilde oldu. Ne eksik ne fazla. Wajdet'in sarkıtı yerden fırladı, eve çarptı, duvarı parçalara ayırdı, dev taş korkunç bir gürültüyle biraz önüme düşerek karlara saplandı ama bu sefer ne Emma'ya ne de bana zarar vermeyi hedefledi.
Kendimi zorlayarak ayağa kalkarken kullandığım güç beni afallatmıştı. Üstelik onu hâlâ orada hissedebiliyordum. "Eva!" Adımı ilk söyleyen Baris'di, bundan emindim. "Seni düşüncesiz! Nasıl kendini böyle tehlikeye atarsın? Aptalca bir şey yapmayacaktın, bana söz vermiştin!" diyerek beni öyle sıkı bir şekilde kucakladı ki, ayaklarım yerden kesildi. Yaralarla kaplı olan sırtım gerildi ama hissettiğim acıyı görmezden geldim. Parmaklarım Baris'in sırtına, yaraların en az olduğu yere değdi. Yüzümü omzuna gömerken ve onun o tanıdık, güvenli kokusunu içime çekerken "Ama Emma'nın hayatını kurtardım." dedim ondan daha çok kendime.
"Evet. İyi iş çıkardın, tatlı kız." derken başımın arkasını çok hafif bir dokunuşla okşuyordu. Sanki orada, kollarının arasında olduğuma kendini inandırmaya çalışıyordu. Titriyordu da. Cidden. Onu daha önce hiç titrerken görmemiştim. "Ah, Eva. Orada seni sonsuza dek kaybettiğimi sandım. Beni çok endişelendirdin."
Biliyordum ama asla pişmanlık hissetmiyordum. Kız kardeşim için her şeyi yapardım, ciddiyim, her şeyi.
Kosey, öfkeli bir sesle "Bunu yapabildiğini biliyor muydun?" diye sorarak dikkatimizi dağıtana kadar sarılmaya devam ettik.
Baris kaşlarını çattı ve endişesi yavaş yavaş dinip yerini kuşkuya bırakırken bana dikkatle baktı. Kafası karışmış bir halde "Hayır, bilmiyordum." dedi. Benim de en az onun kadar kafam karışmıştı. "Neden bahsediyorsunuz?" diye sordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mumya Kalbi: Atmayan Kalpler Serisi (2)
Teen FictionACIMASIZ VE GÜZEL... Sadece nefesinizi kesmekle kalmayacak, aynı zamanda sizi sonuna kadar götürecek bir zaman yolculuğuna kendinizi hazırlayın! Antik bir mücevheri çal, Evala Andrew'un o yılki Noel listesinde yoktu fakat kaderin onun için farklı...