Hepsi bir rüya mıydı? Bir kâbus? Hayır, mümkün değil! Tüm bunları hayal etmiş olamam.
Hissedebildiğim tek şey cesaretimin nasıl pare pare olduğuydu. Korkuyordum ve çok endişeliydim. Neler olduğunu anlamaya çalışırken Gojo beni bir kere daha süzdü. Endişeli görünüyordu. Görünmemesi tuhaf olurdu. Doğrusu, berbat bir haldeydim. "Sen iyi misin? Gerçekten, bir doktora ihtiyacın falan var gibi görünüyorsun. Ambulans çağırayım mı? Ya da bir taksi?" diye sorarken zümrüt kolyeyi tezgâhın üzerindeki diğer kolyelerin yanına bıraktı.
Kısık bir sesle "Hayır." diye cevap verdim. "Kafam çok karıştı."
Gojo, hiçbir şey anlamasa da anladığını göstermek için başını aşağı yukarı salladı. Sonra da tezgâhın üzerine bıraktığı zümrüt kolyeyi işaret etti. "Yani... Kolyeyi hâlâ istiyor musun?"
Sanki kolyeyi çalmayı düşünüp düşünmediğimi sormuş gibi hissetmekten kendimi alamadım. Açıkçası biraz utandım da. Hayal ya da değil, eski Eva'dan çok uzaktaydım o an.
"Üzgünüm. Hayır. İyi günler."
Gojo onu oyalayıp bir de kolyeyi satın almadığım için bozulmuş görünüyordu ama kadının ne hissettiği o kadar da umurumda olmadığı için görmezden gelerek pazar alanının kalabalığına karıştım. Beni kovalayan güvenlik görevlisinin yanından bu defa yürüyerek geçerken midemin gerginlikten bulandığını hissedebiliyordum. Her şey normal görünüyordu; Fazla normal. Bunu istemiyordum. Yanımdan anlamsızca geçip giden eski hayatımı istemiyordum. İstediğim şey Baris'di. Ona ihtiyacım vardı. Onsuz bir hayat istemiyordum... Onu seviyordum.
Kız kardeşimin yüzü aklıma düşünce ve onu son gördüğüm o anı anımsayınca başka bir korku kapladı yüreğimi. O nasıldı? İyi miydi? Elimi şortumun cebine attım ama kahretsin, yanımda ne telefon ne de cüzdanım vardı. Emma'ya ulaşmam gerektiği düşüncesi her saniye daha da yoğunlaşırken içimdeki endişe de aynı oranda büyüdü. Bir yardım alma umuduyla etrafımdaki insanlara bakındım. Sonunda beyaz, kıvırcık saçlara sahip yaşlıca bir kadının önünü kestim. Kadın yetmişli yaşlarındaydı ve inci düğmeleri olan çok şık, mavi bir elbise giymişti. İngilizce konuşarak "Affedersiniz. Böldüğüm için özür dilerim." dedim ve yorgun bir sesle "Acaba telefonunuzu kullanabilir miyim? Birini aramam gerekiyor." diye devam ettim. Yaşlı kadın değerlendiren gözlerle beni süzdü ve İngilizce biliyor olmalı ki, elini küçük çantasının içine atıp bana büyükçe bir telefon uzattı. "Teşekkürler." diyerek telefonu aldım ve ezbere bildiğim kardeşimin numarasını tuşlarken parmaklarımın titrediğini fark ettim. Kesinlikle sakinleşmem gerekiyordu! Telefon, bana işkence gibi gelen bir dakika boyunca çalmaya devam etti. Ah hayır, diye düşünüp parmaklarımı endişeden sımsıkı birer yumruk yaptığım sırada aramaya cevap verildi.
Şükürler olsun!
Yere yığılmamak için gücümü toplarken "Emma!" dedim umutla.
Karşı taraftan bir şeyler devrildi.
Ah, hayır...
"Emma? İyi misin? Ne oldu?"
"Eva?" dedi tanıdık bir ses. Ardından "Sen misin?" diye sordu merakla.
"Evet!"
"Pardon," Yorgun, hasta bir sesle konuşuyordu; O gün çok fazla buzlu limonata içtiği için hasta olduğunu hatırladım. Bir şeyleri toparlamaya çalışırken hızlı hızlı soludu. "Kitaplarımı ve kalemlerimi devirdim. Her yer darmadağın oldu. Oof. Bu arada, bu numara kimin? Neden beni kendi telefonundan aramadın?"
"Telefonumu pansiyonda unuttum. Sana hemen ulaşmam gerekiyordu. Sen..." Yanmış ellerini ve çiziklerle dolu olan suratını hatırlarken tereddütle sordum; "İyi misin? Bir sorun yok, değil mi?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mumya Kalbi: Atmayan Kalpler Serisi (2)
Roman pour AdolescentsACIMASIZ VE GÜZEL... Sadece nefesinizi kesmekle kalmayacak, aynı zamanda sizi sonuna kadar götürecek bir zaman yolculuğuna kendinizi hazırlayın! Antik bir mücevheri çal, Evala Andrew'un o yılki Noel listesinde yoktu fakat kaderin onun için farklı...