Koltukta uyandığımda, nasıl uyuduğumu hatırlamıyordum. En son Elif'in uzattığı hapı içmiştim. Ağrı kesiciyi. O beni feci uyutmuştu. Ayrıca sersemletmişti de. Güçlü bir ağrı kesici olmalıydı. Üzerimde ki sersemliği biraz olsun attığımda çevreme bakındım.
Hava kararmıştı ve Elif karşı kanepede uyuyordu. Üzeri biraz açılmıştı, yavaşça oturduğum yerden kalktım. Sırtım çok kötü acıyordu ama acıya dayanmam gerekiyordu. Hem ilaç biraz olsun acıyı azaltmıştı. Yavaşça Elif'in yanına yaklaştığımda aynı yavaşlıkla üzerini örttüm. Ardından arkamı dönüp banyoya doğru ilerledim.
Kapıyı sessizce açtığımda içerisinin pisliğini bu sefer hiç önemsemedim. Lavoboya doğru ilerledim. Yüzümü yıkadım, yüzümün ne halde olduğunuda zerre önemsemedim. Saçım yine karışmıştı ve yüzümde ki kırmızılıklar morarıklığa dönüşmüştü. Ama hiç umrumda değildi. Kaçarken hızlı olabilmem önemliydi, güzel gözükmem değil. Ama hızlı hareket edemiyorum. Hareket ettikçe sırtım yanıyor, acıyordu, nefes alırken bile zorlanıyordum. Nasıl kaçacağım? Ne kadar ileriye gidebilirim, bu ormanlık alanda sesimi duyan birileri olabilir mi? Kafamda birçok soru vardı. Ama cevaplarını bulmak için daha erkendi.
Hiçbir şey yapmadan ölemem. Kurtulamasam bile denemiş olurum. Bu kadarını yapabilirim.
Ben aynada kendime bakarken içeriden sesler gelmeye başladı. Bağırmalar.
Kapıya yavaşça yaklaştığımda sesleri daha iyi anladım.
"Yok! Kız yok! Nerede lan bu! Evden çıkamaz. Kapıyı kilitlemedin mi Elif?" diye bağırarak konuşan Semih'ti. Benim kaçtığımı düşünüyorlardı. Ve Elif'in başı dertteydi.
Üzerimde ki şaşkınlığı atıp kapıyı açtım. Ben kapıyı açar açmaz bütün bakışlar bana yöneldi.
"Bağırma kıza boşu boşuna. Buradayım işte," dedim ve kanepeye doğru ilerledim. Ben kanepeye tam oturacakken kolumu sert bir şekilde tuttu.
"Bir daha bizden habersiz adım atmayacaksın. Tamam mı?" diye bağırarak sorduğunda bütün sinirlerim tepeme çıkmıştı. Kolumu hızla kendime çektim ve onu diğer elimle ittim. Çok bir etkisi olduğu söylenemezdi. O koca kaslı gövdesi yerinden oynamamıştı.
"Yeter be! Yeter! Hiç suçum yokken yapmadığınızı bırakmadınız zaten. Dediğin hiçbir şeyi yapmayacağım. Tamam mı? Seni dinlemeyeceğim," diye bağırdığımda gözlerindeki kararlılık sallanmıştı. Eskisi kadar kendinden emin değildi. Ayrıca arkadakilerden hiç ses çıkmıyordu. Onlarda şaşırmış olmalıydı.
"Gebermek mi istiyorsun lan sen!" diye bağırdığında tekrar Semih'e odaklanmıştım.
"İki türlüde ölmeyecek miyim? En azından boyun eğmiş olmam," o kadar sakin söylemiştim ki ben bile kendimden korkmuştum. Çünkü bu kadar sakin olmam demek, tehlike çanları çalıyor demekti. Gerçekten artık kendimi kaybediyordum. Kaç gündür buradaydım. İki? Üç? Bilmiyorum onu bile hatırlayamıyorum. Üst üste gelen olaylar, fiziksel ve ruhsal acılar beni bitiriyor. Son söylediklerimden sonra kimse konuşmamıştı hiç kimse hiçbir tepki vermediği için bende kanepeye oturdum. Semih'te arkasını döndü ve ileride ki odaya daldı. Kapıyı arkasından sert bir şekilde kapattı. Birkaç saniye sonra diğerleri de onun peşinden gitti.
Bende yavaşça gözlerimi kapattım.
Buradan en kısa sürede kurtulamazsam çok daha kötü şeyler olacaktı. Ya ben ölecektim ya da içimde ki Beste.
Yaşamım boyunca kötü bir insan olduğumu düşünmüştüm. Yanılmışım. Ben kötü bir insan değilim. Ben acı çektikçe acı çektirdim. Canım yandıkça can yaktım. Belki de yalnızlığımın acısını almışımdır,bilmiyorum. Ama bende ki olan bu şey. İçimde kaynayan şey. Kötülük değil. Bu öfke de değil.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİTİK
Teen FictionSonbaharın gelmesiyle yere düşen yapraklar gibiydim ben, kalıcı değildim hayatta. Ne tutunacak bir dalım ne sığınacak bir ailem vardı. Bana tek öğretilen şey öfkeydi, acıydı. Yara almayı, yara vermekten çok önce öğrenmiştim halbuki. En çok zararı ki...