Yatağımın üzerine sırt üstü uzanmış, odamın bembeyaz tavanını seyrederken, her geçen saniye üzerime çöken uykuyla karışık yorgunluğu hissediyordum. Göz kapaklarım bana itaat etmeyerek kapanıyor, uyumak istemeyen inatçı yanım sayesinde tekrar açılıyorlardı.
Burada, odamda tek başına olmak bana önceden çok iyi gelse de şimdi bu dört duvar arasına tıkılmak istemiyordum, uyumakta.
Yataktan yavaşça doğruldum ve sargıda ki sol kolumun sızısını umursamayarak banyoma doğru ilerledim.
Sağlam elimle ışığı yaktım. Aynada göreceğim kendimden, gözlerimde ki o bakıştan korksamda, kararlı birkaç adımımla aynanın önüne geldim ve yavaş, kesik bir nefes aldım.
Yorgundum, hastaydım, canım yanıyordu, bitkin bir haldeydim fakat buna rağmen gözlerimde o beklediğim boş bakış yoktu. Ama bu, berbat ve acınacak bir halde olduğum gerçeğini değiştirmiyordu. Göz altlarım günlerdir uyumuyormuşçasına çökmüştü, göz altlarım, kendini belli edecek derecede morarmıştı, yüzümün rengi solduğundan bu morluklar daha da belirgin oluyordu. Yürüyen, yaralı bir zombiye benziyordum.
Aynada kendime bakarak yaptığım en büyük şey kendime işkence etmekti ve buna acilen bir son vermem gerekiyordu. Bende sağlam elimi kullanarak musluğu açtım ve yine sağlam elimin yardımıyla yüzüme birkaç defa su çarptım.
Bu içler acısı halimi düzeltmese de uykumu kaçırdığı kesindi.
Banyoda işim bittikten ve uykumda normal olarak kaçtıktan sonra odamda durmamın hiçbir anlamı yoktu. Aşağıya inip kafamı dağıtabilirdim.
Aslında aşağıya inerek yapacağım tek şey kendimi daha fazla kasmaktı, iyiymiş ve hiçbir şey düşünmüyormuş gibi yapmaya çalışacağımdan emindim, ama dayanamıyordum.
Yiğit aşağıdaydı, ve ben ona bu kadar yakınken bu kadar uzak olmak istemiyordum.
Beni eve getirdikten sonra bir şeyler yemiştik fakat ben gerçekten epey yorgun ve halsizdim, ki bunun büyük çoğunluğu ilaçların etkilerinden dolayıydı, odama çıkmıştım, fakat artık aşağıda, diğerlerinin, özellikle Yiğit'in yanında olabilirdim.
Aşağı inmeyi deli gibi istesem de, herkesin bakışlarını gizli gizli üstüme dikmesinden hoşlanmıyordum, ki bakışları sandıkları gibi gizli değildi, kesinlikle rahatça hissedilebiliyordu. Beni merak ettiklerini bilsem de enseme sürekli iğneler batırıyorlarmış gibi hissediyordum ve bu üzerimdeki sersemlik kadar rahatsız ediciydi.
Zihnimdeki kaos ile birlikte merdivenleri yavaşça indim, tabi ki hepsi bana bakıyordu, bakışlarına odaklanmamaya çalışsam da o zaman aklım düşüncelerime kayıyordu, ki bu da o adamı düşünüyor olacağım anlamına gelirdi. O pisliği.
Akşam oluyordu, kapıda polisler vardı ve o hala kaçaktı.
O tekrar o deliğe girene kadar hiçbirimize rahat yoktu.
"Bir şey mi istediğin kızım?" diye soran Hatice teyze sayesinde düşüncelerim bölündü. Hafifçe gülümsedim ve yürümeye devam ettim. İlk bulduğum boş yere oturmuştum.
Yiğit'in yanına. Şans eseri olsa da bu çok hoşuma gitmişti.Gülümsememek için çabaladım.
"Kızım," dedi Hatice teyze tekrar ve bakışlarımı ona doğru çevirdim.
"Burak ile Elif aradı, önemli bir haber vereceklermiş, bizi akşam yemeğine çağırıyorlar. Gelecek misiniz?" diye sordu, yüz ifadesinden gitmeyi hiç istemediği anlaşılıyordu. Yavaşça gülümsedim ve kafamı olumsuz anlamda salladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİTİK
Teen FictionSonbaharın gelmesiyle yere düşen yapraklar gibiydim ben, kalıcı değildim hayatta. Ne tutunacak bir dalım ne sığınacak bir ailem vardı. Bana tek öğretilen şey öfkeydi, acıydı. Yara almayı, yara vermekten çok önce öğrenmiştim halbuki. En çok zararı ki...