Gitmeye karar verdiğimde içimden bir ses doğru yaptığımı söylüyordu. Burak'ın söyleyeceği şeylere ihtiyacım vardı.
Gerçek Burak ise eğer.
Bundan bile emin değilken ne demeye gitmem gerektiğini düşünüyordum ki, bilmiyorum ama şu an bunu yazanın gerçek Burak olup olmamasının da bir önemi yoktu. İnsanların kalabalık olduğu bir yerde bu notu yazan, telefonu yollayan Semih olsa bile hiçbir şey yapamazdı. O kadar insanın arasında bana zarar veremezdi. Belki de bunun rahatlığıyla gitmem gerektiğini düşünüyordum. Hem notu yazan Burak ise bana söyleyeceği şeyi de çok merak ediyordum, nasıl olduklarını da. Kaçtıktan sonra ne yaptıklarını merak ediyordum, nasıl kaçtıklarını mesela.
Belki de ben gittikten sonra orada olanları merak ediyorumdur. İçimden bir ses ben kaçıp kurtulduktan sonra orada çok kötü şeylerin olduğunu söylüyordu. Belki de koca bir saçmalıktı bilmiyordum ama ben kaçtıktan sonra iki geri zekalı birbirlerini suçlamış olmalıydı. Ve eğer bir olay varsa bunu bir şekilde öğrenmem gerekiyordu.
Birinin bana seslendiğini duyunca irkildim ve hafifçe koltukta arkamı döndüm. Sofrada ki herkesin bana telaşlı gözlerle baktığını görünce kendimi az da olsa toparladım. Üzerimdeki şaşkınlığı atmaya çalıştım.
"Bir şey mi oldu? O neymiş?" diye telaşlı bir şekilde konuşan Remzi amcaya bakışlarımı odakladım. Kaşlarımı çatarak odak noktamın o olmasına çalışıyordum. Kafamda milyonlarca soru varken başka bir şeye odaklanmak çok zordu.
"Ha!" dedim öküz gibi konuşmuştum. Ne dediğimi fark eder etmez şapşalca sırıttım. Ardından dediklerimi önemsemeden konuşmaya devam ettim.
"Şey, ya. Bu ımm. Öyle hediye," dedim kestirip atmaya çalışıyordum ama olmuyordu. Yalan söylemek gibi bir huyum olmadığından bütün çabalarım sonuçsuz kalıyordu. Remzi amca inanmadığını belli eden bir bakış attığında derin bir nefes aldım.
"Telefonum işte, öyle, Burak telefonumu yollamış. Özür dilediğini yazmış, o kadar. Daha fazla bir şey yok," dedim sesimi ifadesiz tutmaya çalışarak. Yüz ifademden bir şey anlamamaları için olan bütün gücümü kullanıyordum. Burada ne kadar az durursam o kadar iyi olacaktı bir şeyleri anlayabilirlerdi. Yerimden kalktım ve karnıma saplanana ağrıya dişlerimi sıkarak küfür ettim. Yüz ifademden canımın yandığını anlamış olacakları için bir kere daha ağzımda bir küfü geveledim. Normalde ağzı bozuk bir insan değildim ama canım yanında ve sinirlendiğimde istemsiz bir şekilde ağzımdan çıkıyordu. Çok pişman olduğum söylenemezdi.
"Ben mutfağa geçiyorum, su içeceğim," dedim hiçbir şey söylemelerine fırsat bırakmadan. Yüzümü neden buruşturduğumu bilmedikleri için içim rahattı ama yine de pot kırmak istemezdim tabi. Bir de bu sorun vardı. Karnım bu kadar ağrırken ben nasıl buluşmaya gidecektim?
Mutfağa normal adımlar atarken elimde dışını saran kağıttan arınmış telefon kabı duruyordu. Notuyla beraber.
Mutfağa girdiğim an kutuyu masaya bıraktım hızla su ısıtıcısını su kaynatmak için çalıştırdım su kaynarken ilaç kutusuna baktım ve işimi görecek bir kapsül ağrı kesici aldım ara ara çok kötü olursam sürekli buraya inmeme gerek kalmazdı. Masada duran sürahiyi aldım ve tezgaha koydum. Bir bardak elime aldığımda hızla su doldurdum ve ağrı kesiciyi içtim. Umarım ağrıyı hafifletirdi. En kısa zamanda.
Ben su bardağını tezgaha geri koyarken su ısıtıcısı suyu kaynattığını belirtmek için yeşil olan düğmesini kırmızıya çevirdi. Bende İlaç kutusunun yanındaki küçük dolaptan kırmızı renkli su torbasını aldım ve su ısıtıcısının bulunduğu köşeye doğru ilerledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİTİK
Roman pour AdolescentsSonbaharın gelmesiyle yere düşen yapraklar gibiydim ben, kalıcı değildim hayatta. Ne tutunacak bir dalım ne sığınacak bir ailem vardı. Bana tek öğretilen şey öfkeydi, acıydı. Yara almayı, yara vermekten çok önce öğrenmiştim halbuki. En çok zararı ki...