Bugün günlerden pazardı. Remzi amcanın bu evdeki son gecesiydi. Anlayamıyordum. Her şeyi ben yaparken bunların olması çok saçmaydı, bütün olanların suçlusu bendim ama hep başka biri çekiyordu cezamı. Benim geçmişte yaptığım hatayı kardeşim ödemişti. Hakan. Babamın gözde evladı, adaşı. Tabi yaşasaydı. Çok sevdiği o oğlu, Hakan'ı öldürmüştüm ben. Kazayla veya değil öldürmüştüm işte. Çok acı çekiyordum ama belli etmiyordum. O zaman olanlar benim hatamdı ama olan Hakan'a olmuştu. Belki de gerçek bir aile olmamızı sağlayacaktı. Sanmıyorum ama ufakta olsa öyle bir ihtimal vardı. Belki babam Hakan'ı çok severdi. Onu sevdiği içinde daha mutlu bir aile olabilirdik. En azından dışarıya rol yapmazdık.
Bunları düşünmem çok saçmaydı biliyorum ama hala canım yanıyordu. En çokta abimin beni yok saymasına, görmezden gelmesine canım yanıyordu. Deliriyordum. Belli etmiyordum orası ayrı bir mesele.
Bunların olması çok saçmaydı ayrıca büyük haksızlıktı.
Çok büyük haksızlık.
Bunları düşünmeyi bıraktım ve yatağımda doğruldum. Odamda gözlerimi gezdirdim. Bu odayı çok seviyordum. Sebeplerini az çok biliyordum. Ama bu odanın başka bir anlamı daha vardı benim için. Herkes, Remzi amca ve Hatice teyze bu odayı sığınağım olarak gördüğümü düşünüyorlardı. Evet, öylede görüyordum bu odayı. Sığınağımdı. Ama tek sebep bu değildi. Bu oda beni tanımlıyordu. Odam siyahtı. Çok siyah arada gri renklerde olsa ağırlıklı olan siyahtı.. Aynı içim gibi. İçimdeki duygularım gibi. Ama bu odada beyaz da vardı. Sadece kitaplığım beyazdı. Bu da benim içimdeki, kurtulmayı bekleyen yanı gösteriyordu. İçimde bir yerlerde, bir tarafım yalnızlıktan kurtulmayı bekliyordu. Bu berbat yalnızlıktan kurtulmayı.
Olur muydu? Bu yalnızlıktan kurtulabilir miydim?
Derin bir nefes aldım. Yataktan çıktım ve banyoya doğru ilerledim. Halının tüylerinin tenime değmesini seviyordum.
Banyoda işlerimi hallettim ve yatağımı topladım. Saçlarımı özenmeden topuz yaptım ve aşağıya indim.
Ortalık çok sessizdi. Mutfaktan da ses gelmediğine göre Hatice teyze odasına çekilmişti. Bende birkaç adım daha attım ve krem renkli koltuğa oturdum. Gözlerimi odada gezdirdim. Krem ağırlıklı kanepelere, siyah bir sehpa, ki bu sehpa haddinden fazla yer kaplıyordu, birde televizyon ünitesi eşlik ediyordu ama buda kırık beyaz tonlarındaydı. Bu evi hiç sevmiyordum. Genel olarak beyaz ağırlıklı olmasına rağmen bana çok iki yüzlü geliyordu. Aynı diğerleri gibi....
Beyazın masumluğuna hiç inanmadım. Çünkü masum şeyler çabuk kirlenir, masumluklarını çok çabuk yitirirler. Beyazda öyle. Beyazı bir renk hemen lekeleyebilir. O saf görüntüsünü kaybedebilirsiniz. Ama siyah renkte böyle bir şey söz konusu değildir. Olamazda. Siyah her şeyi içinde saklar. Bu yüzden inanmam beyazın masumluğuna.
Ben siyahtım. Diğerlerine göre, kötü, kasvetli ve boğucu bir renk ama beyaz olmaktansa siyah olmak çok daha iyi.
Ben böyle düşünürken merdivenlerin olduğu taraftan topuklu ayakkabı sesi geldi.
Annem.
Hiç öenemsemeden öylece oturmaya devam ettim. Bana doğru ilerlediğini biliyordum. Saçma saçma konuşup, sinirlerimi bozacaktı ama önemsemedim.
Geldi ve benim oturduğum koltuğun yanındaki tekli koltuğa oturdu. Sakin olmalıydım, olacaktımda.
Umarım.
"Beste konuşmamız gerek," sesinde hiçbir duygu kırıntısı yoktu. Bir insan kızıyla, öz kızıyla nasıl bu kadar duygusuz, ruhsuz konuşabilirdi ki. Bunu benim annem çok güzel başarıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİTİK
Teen FictionSonbaharın gelmesiyle yere düşen yapraklar gibiydim ben, kalıcı değildim hayatta. Ne tutunacak bir dalım ne sığınacak bir ailem vardı. Bana tek öğretilen şey öfkeydi, acıydı. Yara almayı, yara vermekten çok önce öğrenmiştim halbuki. En çok zararı ki...