Yatağımın sıcaklığından sıyrılıp, oda sıcaklığıyla buluşmam en az on dakikamı almıştı. Zihnimin içine tam bir kargaşa hakimdi. Sersemlemiştim. Yatağımdan çıkıp ayaklarımı sürüye sürüye banyoya girdiğimde hızla yüzümü yıkayıp, uyku sersemliğimden kurtulmaya çalıştım.
Aynada kendime baktığımda göz altlarım hafiften şişmişti, onun dışında gayet normal görünüyordum.
Banyodan çıkar çıkmaz elime ilk gelen kıyafetleri üzerime geçirdim. Dolabımda olduğundan bile habersiz olduğum turkuaz renkli bluzu üzerime geçirdim. Koyu yeşil keten pantolonumla gayet uyumlu gözüküyordu, fakat uyumlu gözükmeseydi de umursamazdım.
Saçlarımın üzerinden hafifçe ve özensizce tarayıp odamdan çıktım.
Karnım acıkmıştı ve acilen bir bardak çaya ihtiyacım vardı. Ben merdivenlerden inerken Hatice teyzenin fısıltıyla konuştuğunu, daha doğrusu konuşmaya çalıştığını duydum.
Arkası bana dönüktü, hiçbiri benim indiğimi de fark etmemişti üstelik. Bulunduğum basamakta durdum ve fısıltıyı, aslında gayet normal bir ses düzeyiydi, dinledim.
"Gazeteleri göstermeyin, televizyon izlemiyor zaten," dedi sesi telaşlı, birazda üzgün gibiydi. Ne olduğunu çok merak etmiştim. Merdivenlerden tekrar yavaş adımlarla inmeye başladım. Ancak son basamakta geldiğimi fark ettiler.
"Gazetelerde görmemem gereken ne var?" dedim normal bir sesle.
"Hiçbir şey," dedi Hatice teyze ve hızla mutfağa doğru ilerlemeye başladı.
"Sonuçta o gazetede ne varsa öğreneceğim, en azından sizin yanınızdayken öğrenirim. Gazete, lütfen," dedim son kelimenin üstüne biraz daha basarak.
"Sehpanın üzerinde, gel. Al," dedi abim normal bir sesle. Tekli koltukta gayette yayvan bir şekilde oturuyordu. Abimin yarasını bu kadar zorlamaması gerekiyordu, yatıp dinlenmeliydi. Aklıma gelenleri abime söylemeden sehpaya doğru ilerledim.
Tüm bakışların üzerimde olduğunu biliyordum fakat önemsemeden, gazeteyi elime aldım.
Hızla göz gezdirdiğimde gazetede Emre'nin fotoğrafını gördüm.
Ölmüştü.
Haberi hızla okuduğumda yattığı amatemde intihar ettiği yazıyordu. Haberi fark etmeden tekrar, bu sefer sesli bir şekilde okumaya başladım.
"Uyuşturucu tedavisi gören ünlü iş adamının oğlu Emre Er, dün kendi hayatına son verdi. Acılı aile çılgına döndü. Emre Er'in, amateme girmeden önce bir kişinin daha hayatına son vermiş olduğu ve bu yüzden de tedaviden sonra mahkum olacağı biliniyordu. Gözü yaşlı aile kameralara öfke püskürdü," dedim kısık ve şok olmuş bir sesle haberin devamını okumadan sehpaya geri bıraktım.
Boş bakışlarımla etrafıma baktım.
Ne üzülmüş, ne de şaşırmıştım. Acıma da yoktu. Hiçbir şey hissetmiyordum. Kendimi biraz farklı hissediyordum, ama bu hissettiğim duygulardan dolayı değildi. Hiçbir şey hissetmememden kaynaklıydı. Her halükarda üzülmeyeceğimi biliyordum ama belki öfke ya da bir rahatlama hissederdim, ama ben hiçbir şey hissetmemiştim.
"Sofra hazır," dedi Hatice teyze, herkes hiçbir şey olmamış gibi sofraya doğru ilerlediğinde bende düşüncelerim eşliğinde masaya doğru yürüdüm.
Zihnim tam bir kaos halindeyken, tabağımı doldurmaya başladım. İçinde bulunduğum tuhaf boşluğu bilmelerine gerek yoktu. Bu yüzden elimden geldiğince normal bir şekilde ve normal bir yüz ifadesiyle bir şeyler yedim. Falat biraz önceki tüm iştahım kaçmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİTİK
Teen FictionSonbaharın gelmesiyle yere düşen yapraklar gibiydim ben, kalıcı değildim hayatta. Ne tutunacak bir dalım ne sığınacak bir ailem vardı. Bana tek öğretilen şey öfkeydi, acıydı. Yara almayı, yara vermekten çok önce öğrenmiştim halbuki. En çok zararı ki...