İki hafta oldu. Annem öleli, günler hızla geçip giderken benim üzerimde bıraktığı tek şey ağır bir yorgunluktu. Zamanın bu kadar çabuk geçeceğini, acımın hafifleyeceğini düşünmemiştim. Acım ilk güne oranla daha az olsa da hala vardı, hala hissediyordum ve geçmesini istemiyordum.
Annemi unutmayacağımı biliyordum. Onu çok çabuk kaybetmiştim.
"Şu önündekini uzatır mısın, Beste!" dedi sesi irkilmeme neden oldu abim beni düşüncelerimden çekip almıştı, bunu bilerek yaptığını biliyordum.
"Al," dedim ve önümdeki kitaplardan bir tanesini verdim.
"Ustalar tabelayı takmayı bitirecekler, şu kitapları halledelim de eve geçelim," dedi yorulduğunu biliyordum, bende yorulmuştum ama buna sebep olan şey fiziksel olarak yorulmamız değildi. Yan yana bulunup konuşmamız gereken şeyleri konuşmadığımız dakikalarda içimizdeki yük artıyordu.
Bu bizi mahvetse de saçma bir inatla konuşmuyorduk. Annem öldükten sonra onun hakkında veya nasıl yaşayacağımız hakkında konuşmadık. Son günlerde biraz daha fazla konuşuyor olsa da konu hiçbir zaman annem olmadı. Kitapevim veya maddi olarak bir şeye ihtiyacım olup olmadığını soruyordu. Bazı günler çığlık atarak uzaklaşmak istesemde hep çığlıklarımı bastırdım. İstediğim şey para değildi ve hiçbir zaman da olmamıştı, tek istediğim aileden biri olmaktı.
Şimdi olmayan ailenin, hiçbir zaman olmadığımız ileride de kuramayacağımız ailenin.
Abim artık neredeyse hiç gülmüyordu.Onu herhangi bir şeye bir tepki verirkende görmemiştim. Sadece dükkanın ismini Ayça koyacağımı söylediğim zaman gözlerinin parladığını görmüştüm o kadar, bu da saniyelik bir olaydı zaten. Şimdi kitaplıklara kitapları yerleştirirken onunla gerçekten konuşmak istedim. Onu sevdiğimi, beni bırakmasını istemediğimi. Neden sustuğumu bilmemeyi çok isterdim, ama biliyordum. İçimdekileri sesli olarak söyleyemeyecek kadar yaralıydım, güçsüzdüm. Abim ile konuşmayı çok istiyordum ama bir o kadar da istemiyordum. Durumumdaki felaket sinirden gülümsememe sebep oldu.
Bu kadar zamandır kafayı yemememi sağlayan tek şey günlerin yoğun geçiyor olduğuydu. Yiğit'in olmasıydı.
Babası taburcu olmuştu ve sık sık babasını ziyarete gidiyordu. Onun kötü bir acı yaşamaması tek tesellimdi.
Pek görüşemesekte bunu sorun etmiyordum, edecek kadar zamanım yoktu zaten.
"Bitti, bakın isterseniz," dedi bir ses ve düşüncelerim bir toz bulutu gibi anında dağıldı. Sesin geldiği yöne kapıya doğru baktığımda ustalardan birini gördüm. Orta yaşlı ve kısa boylu bir adamdı yüzünde yılların yorgunluğu vardı.
"Peki abi," dedi ve abim kapıya doğru ilerlemeye başladı. Öylece bakmayı kestim ve abimin arkasından ilerledim.
Dışarıya adım attığım anda soğuk tenime hücum etmişti, günler geçtikçe havalar daha da soğuyordu. Kollarımı vücuduma sardım ve başımı kaldırıp tabelaya baktım.
Sade, düz bir tabelaydı, siyah arka planın üzerine beyaz ve büyük harflerle "Ayça Kitapevi" yazıyordu. Annemin adını tabelada okumamla yavaşça gülümsedim.
Gitmiş olabilirdi, ama o aynı isminin anlamı gibi bizi bu karanlığımızda aydınlatacaktı. Buna bütün kalbimle inanıyordum.
"Hadi içeri gir," dedi ses hemen sağımdan gelmişti ve yine abimdi.
Ne söyleyeceğimi tam düşünmeden kafamı sallayıp içeriye adım attım. Soğukta durmaya bende meraklı değildim.
Kalan birkaç kitabı da türüne göre kitaplıklara yerleştirdiğimde işler bitmişti. Yarın gelip çalışmaya başlayabilirdim. Burası bana huzur veriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİTİK
Teen FictionSonbaharın gelmesiyle yere düşen yapraklar gibiydim ben, kalıcı değildim hayatta. Ne tutunacak bir dalım ne sığınacak bir ailem vardı. Bana tek öğretilen şey öfkeydi, acıydı. Yara almayı, yara vermekten çok önce öğrenmiştim halbuki. En çok zararı ki...