İyi okumalar...
Canım okurlarım❤
Ruhumun tek bir dileği vardı şu hayatta; sevilmek. Bunca yıl sevgiye boğulup, bunu hatırlayamamam sahte cehennemimi yaşamama sebep olmuştu. Ben... Ben anlayamıyordum. Kafam karışıyordu. Özellikle abilerime, neden beni sevmiyorsunuz? diye sorunca bunu garipsemelerini, hatta kendilerinde bir suç aramamalarını görünce kafam gerçekten karışıyordu. Ve sürekli onlara kin besliyordum. Aptal oldukları için, beni görmezden geldikleri için, beni insan yerine koymadıkları için...
Günlüğüme yazdıklarıma göre, son bir aydır abilerimle aram açılmış. Çünkü gereğinden fazla soğuk davranıp onlardan uzak durmaya çalışıyormuşum. Onlardan uzak durmama sebep olan şey ise rüyalarımdı tabii ki. Ne kadar bu rüyaların etkisi bir hafta sürsede, tecavüz edildiğim için herkese karşı içimde öfke barındırıyor olmam onlardan uzak durmam için bir nedendi. Normalde bir haftadan sonra onlara ihtiyaç duyduğumu hissedip kendimi süründürüyordum, yaptığım tespitlere göre.
Mesela günlüğümün bir sayfasında dram filmi varken, öbür sayfasında komedi filmi var gibiydi. Bu çelişkiyi nasıl yaşadığım hakkında hiç bir fikire sahip değildim, ancak artık bunu düşünmeme gerek kalmadığını derinden hissediyordum. Fakat keşkelerim hiç bitmiyordu. En basitinden, keşke bunları yaşamasaydık diye sızlanıyordum. Çünkü artık tüm bunları atlatsamda, geçmişte bıraktıklarım gözümün önüne geliyordu. Uraz abim ve Ömer abim şu an burada olsaydı ne olurdu?
Sofrada her zamanki gibi tık yoktu. Ne bir çatal bıçak sesi, ne de bir mırıltı. Hiç kimse konuşmuyor, yemek yemiyor, yalnızca sofrayı seyrediyordu. "Bahar... Yemek yemelisin," dedi babam annemin elini tutarken. "Sen ye, söz ben de yiyeceğim."
Annem yavaşça eline aldığı kaşığı çorbaya daldırırken, babam da ona ayak uyduruyordu. "Çocuklar... Önünüzdekiler bitecek."
Kimse ona bir karşılık vermeden annem gibi yemeklerini yemeye başlarken, benim midem ağızımdaydı. Yeme bozukluğum tekrar tekrar etkisi altına alıyordu bedenimi. Atlattığımı sanıyorlardı fakat ben böyle düşünmüyordum. Atlatamamıştım.
Aslında bu şeye yeme bozukluğu denir miydi, orası ayrı bir konuydu.
Diğerleri gibi yemeğimi yemek üzere yemek kaşığını elime aldım. Hareketlerim oldukça yavaştı. Zamanın hızla geçmesini istiyordum... Buradan hızlı bir şekilde ayrılmak istiyordum.
Bakışlarımı Yağmur'un üstüne çektiğimde, aklıma Ülkü ismi gelmişti. Bu konuyu sineye çekmiştim ama ona her bakışımda aklıma babannemin söyledikleri gelince, araştırmamak için zor tutuyordum kendimi.
Olgay abimin telefonunun melodisi kulaklarımı çınlatırken, merakla ona döndü gözlerim. Bir kaç dakika konuştuktan sonra ayağa kalkmış, yemek odasını koşar adımlarka terk etmişti. Ben de onun peşinden gitmiştim...
"Ne oldu? Ne bu telaş?"
"Bilmiyorum..." Ceketini tamamen giyip anahtarlarını eline aldı. "Evdekilere yalnızca sen zapt edebilirsin Damla. Ben seni bir buçuk-iki saate ararım." diyerek evden çıkmasıyla ister istemez kaşlarımı çattım. Bu adam neyin kafasını yaşıyordu? Sanki birazdan kafes dövüşü olacaktı da, hakemi ben olacağım gibi bir izlenim bırakıyordu. Evdekileri zapt etmek ne alakaydı? Düpedüz sen gelme deseydi on saniye daha erken çıkmış, gideceği yere daha erken varmış olurdu.
"Gerizekâlı," diye mırıldandım sinirle. Ardından yemek odasının kapısının önüne gelip annem ve babama ithafen konuştum. "Aç değilim, size afiyet olsun."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ERİK AĞACI
أدب المراهقينHayat abilerim konusunda yüzüme gülmemişti belki fakat... Yaradan beni bununla imtihan etmişti. Ben her daim kalkmalıydım ve her daim dimdik durmalıydım. Çünkü insan her şeye rağmen devam etmek zorunda hisseder kendini. Devam etmezse sendeleyip düş...