37. Bölüm: "Karanlığın Aydınlanan Kısmı."

289 11 0
                                    




2 ay olmuş...

Yine mi bahaneler Zehra? Diye sorduğunuzu duyar gibiyim ama mezuna kalıp tekrardan sınava hazırlanmak sandığım kadar kolay değilmiş... Hele ki Ramazan'da... Allah işimizi kolaylaştırsın. AMİN.

Ben uzun aralar verebilirim ama asla kitabımı bırakmam. Bunu aklınızda tutarak okumaya devam edin lütfen... Anlayışınız için bol bol öpüyorum sizi...

Keyifli okumalar...


"Ameliyat ne kadar iyi geçmiş olsa da... Hasta komada. Her şeye kendinizi hazırlayın." dedi doktor titrek bir nefes verip. "Hasta... Bir daha uyanamayabilir." Doktorun keskin sözleri, yüreğimin küçük yarasını kan gölüne çevirerek beni acıya, kana, hüzne ve daha birden çok, insanı mahveden türden hisse boğdu. Boğazım düğüm düğüm oldu. Oraya oturan yumru, midemdeki bulantıyı tetiklerken gözlerimden sicim sicim akan gözyaşlarım, hıçkırıklarımı da beraberinde getirmekten çekinmedi.

"Ne?" dedim hayal kırıklığı içinde. Kalbimi tekrar tekrar saran acı nefesimi kesti. Gözlerimi kapatıp dişlerimi birbirine bastırdım. Kendimi hiç kasmadığım kadar kasarken yumruğumu sıktım. Öfkeme hakim olamayarak ayağa kalktım. Yapacaklarımdan pişman olamayacak kadar kızgın ve kırgın olmamın verdiği cesaretle babama doğru yürüdüm. Bütün abilerime de aynı zamanda ithaf ederek "Sizin yüzünüzden!" diye bağırdım. "Onu bıraktınız, sahip çıkmadınız! Gitme demediniz, affettik seni diyemediniz ben onu affetmek için bahaneler ararken! Şimdi o ölse..." Babamın göğsüne parmağımı dayadım. "Bu vicdanını nasıl rahatlatacaksın baba? Kim bilir sizin yüzünüzden döktüğü göz yaşlarının kefaretini nasıl ödeyeceksiniz!" diye sordum ağlarken. "Baba..." dedim sonra çaresizce. "Ölürse, nasıl yaşayacaksın?"

Sustu.

Abimin ölmesi...

Bu ihtimal çok acıtmıştı.

"Keşke abim hiç söylemeseymiş her şeyi bildiğini... Yaşadığım şeylerin, onun ölümünden üstün tutulması gibi bir durumda, kendimi asla affetmem. Hele sizi... Sizi hiç ama hiçbir zaman affedemem." Cebimden çıkardığım zippoyu onlara gösterdim. "Senin verdiğin çakmakmış bu... Avucunun içindeymiş. Zor çıkarabilmişler." Tekrar cebime koydum. "Kim bilir amacı neydi? Babamdan kalan son hatıram bu çakmak olsun, avuçlarımda bunun umuduyla öleyim diyerek mi yaptı bunu?" Güldüm. "Öyleyse hata etmiş..." Sertçe yüzümü sıvazladım. "Yazık."

Her yaşadığımız olayın altında, beni ilgilendiren şeylerin yatması öyle çok suçlu hissettiriyordu ki beni, acısı tarif edilemezdi. Benim yaşadıklarım bana yetmiyormuş gibi başkalarının da yaşamına zarar veriyordum. Neden her şey benim başımın altından çıkıyordu? Günah keçisi ben miydim?

Peki ya neden?

15 Yaşındaki küçük bir kız çocuğu, ne gibi büyük bir günah işlemiş olabilirdi?

Tuzlu bir şeyler yemeliydim.

Arkamı herkese dönüp yavaş yavaş kapısı açılan asansöre doğru yürüdüm.

Ülkü ve kocası gelmişti. Onlara yandan bir bakış atıp asansöre bindiğimde kenarlardan tutunup aynaya baktım.  Ne zaman toparlanacaktım? Bu daha ne kadar devam edecekti? Bitmesi için ölmem mi gerekiyordu? Ben daha nelerimden vazgeçecektim ki?

Elimde kalan tek şey, hayatım.

Çok yakında o da kalmayacak.

"Ant olsun ki," diye fısıldadım kendime söz verir gibi. "Ölmeden girmeyeceğim 19'uma... Nefes dahi almazken, toprağın altında çektiğim azapla gireceğim yeni yaşıma..."

ERİK AĞACIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin