24. Bölüm: "Kırgınlığın Öfkesi."

838 36 10
                                    




"Damla..." Kaan abim yerinde rahatsızca kıpırdanırken içimi büyük bir korku kapladı. Okul çıkışında özellikle beni almaya gelmişti. Arden abim ve Yağmur'la kısaca bir şeyler konuşurken, arabasına binmiştim. Bir kaç dakika sonra yola koyulmuştuk. Şu an nereye gittiğimizi sormaya bile korkuyordum. "Seni bizim oraya götürmemi ister misin?" diye sordu. Sesinin titrediğini anlayabildiğimde yüzümü camdan çevirerek ona baktım. Gözleri, ağzı, burnu ve burnunun çevresi kızarıktı. O, beni almaya gelmeden önce ağlamıştı. Anında moralim bozulurken gülümsemeye çalışıp yanağına uzandım. Bir kaç kere ardı ardına abimi öptüğümde küçük bir tebessüm ile karşılaşmaktan çok kahkaha atmasını beklemiştim. Kaan abim iyi değildi. Abilerimin iyi olmaması her zaman içimi yiyip bitirmeme sebep olurdu. Mesela Yağmur'da öyle olmazdı. Çünkü o hep kötüydü zaten.

"Sen bilirsin, abiciğim." Enerjik olmaya çalışmak, ağlamamak için direnmek, renksiz hayatımı gökkuşağına çevirmek, mutlu gibi gözükmek, sanki hiç bir şey yaşanmamış gibi hareket etmek, sırf sevdiklerim üzülmesin diye onlara kendimi açamamak... Bu benim yaşadığım cehennemin ta' kendisiydi. Ben hep mutsuzdum. Bazen komik olmaya çalışırdım, bazen iyi hissetmeye... Fakat bu uğraşlarım yalnızca bir kaç saatliğine işe yarardı. Parka gittiğimde eğlenmezdim. Aksine, salıncağımı sallayan kimsem olmadığı, benimle kaydıraktan kayacak kimsem olmadığı, tahtirevalliye bindiğimde karşıma oturacak kimsem olmadığı için ufak çaplı bir çöküntü yaşardım.

"Nereye gitmek istersen oraya gidelim, bebeğim. Bir fikrin var mı?"

"Yok... Ama dediğin gibi, sizin restoranı özledim, oraya gidelim." Başını sallarken, hareketleri oldukça yavaştı. Neden ağladığını sormaya, niçin bu hâlde olduğunu merak edip dile getirmeye dilim varmıyordu. Benim yüzümden olabilir miydi? Hâlime üzülüyor olabilir miydi? Ya da... Düşünmeye cesaret edemediğim şeyi öğrenmiş olabilir miydi? Midem bulanmaya başladı. Karnım korkuyla kasılırken, camı hafifçe aralayarak derin bir nefes aldım. Okulda içtiğim kahveyi ve yediğim tostu istemeden aklıma getirdiğimde, mide bulantımın daha kötü bir yere gideceğinin farkına varıp, yemek düşünmemeye çalıştım.

On beş dakikalık yolculuğumuzun sonunda arabadan indiğimizde, dekorasyonu yenilenmiş olan mekânın daha da güzelleştiğini gördüm. "Burası geçen geldiğimden bu yana çok daha güzelleşmiş!" Neşe dolu olan sesimi dışarıya yansıtırken, yemin ederimki rol yapmamıştım. Tamam, Kaan abimi biraz olsun güldürmeye de çabalamıştım, orası ayrı bir konuydu. Ama cidden restorana girdiğimden beri büyülenmiş bir şekilde etrafa bakıyordum.

"Hoş geldiniz, efendim."

"Hoş bulduk, hazırlıklar tamamlandı mı?"

"Tamamlanmak üzere, yarım saatin içinde bitecektir."

Kaan abim onu onayladığında, adam yanımızdan ayrılmıştı. Biz de abimin odasına girmiştik. "Ne hazırlığı?" diye sordum meraklı bir şekilde.

"Akşam şirketin 25. Yıldönümü olduğunu unuttuğunu söyleme bana, Damla. Kızım sana özellikle beş yüz kere tekrarladım bugün diye, yine mi unuttun?"

"Unutmak suç mu abi ya!? 8 derse girdikten sonra bildiğim tüm şeyleri aklımda tutabilme özelliğine sahip değilsem bu benim değil, okulun suçudur!"

Yakınmama karşı yüzü daha da düştüğünde kaşlarım çatıldı. Neden birden somurtmaya başlamıştı? Boğazını temizledi. "Şöyle ki... Bildiğin gibi bu sene YKS'ye giriyorsunuz. Ve babamla aldığımız karar seni mutlu etmeyebilir. Tabii seçim sana kalmış, üç ihtimal var..."

"Nedir?"

"Ya dershaneye gideceksiniz, ya mezuna kalacaksınız ya da bu sene şansınıza güvenerek sınava gireceksiniz. Hangisi?"

ERİK AĞACIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin